Bu haber; Fadi Zatari’nin 14 Aralık 2018 tarihinde muftah.org sitesinde yayınlanan yazısından Stand with Uyghurs grubu tarafından çevrilmiştir.
This is a translation of Fadi Zatari’s article on muftah.org published on December 14, 2018.
Yaklaşık 10 sene önce, Almanya’da Frankfurt Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken, zamanımın çoğunu sabahtan akşama kadar kütüphanede geçirmeye alışmıştım. Çalışmaya ayırdığım bu geniş zaman dilimi her ne kadar yorucu olsa da bana hayatımda karşılaştığım en zeki insanla tanışma imkânı verdi: Uygur arkadaşım, Nurali. Kaldığım yurtta daha önce Nurali ile birkaç defa karşılaşmama rağmen hiç konuşmamıştık.
Frankfurt’a yeni gelmiştim ve henüz yalnızca birkaç arkadaşım vardı. Beni motive edebilecek ve kendilerinden yeni şeyler öğrenebileceğim arkadaşlar edinmek istiyordum. Nurali’yi kütüphanede ara verdiğim sırada gördüğümde sakin bir sabahtı ve ona basitçe “merhaba” dedim. Nurali memnuniyetle beni selamladı ve hemen ardından arkadaş olduk. İlk tanışmadan sonra ikimiz de sıklıkla yollarımızın kesişmesine ve hatta yurtta da karşılaşmamıza rağmen neden daha önce tanışmadığımıza hayret ettik.
İlk defa bu kısa sohbet esnasında Uygur halkından, yani Çin’in Xinjiang bölgesinde zulme uğrayan Türk kökenli bu Müslüman azınlık halktan haberdar olmuştum. Nurali bana Uygurların üzücü tarihinden ve onların Çin hükümeti altındaki yaşamlarından bahsetti. Çin’de kaç “yüz binlerce Uygur” yaşadığını sorduğumda, bir gülümseme ile 20 milyondan fazla olduğunu söyledi. Şaşırdım ve utandım; ama Uygur halkı hakkında daha çok şey öğrenmek için meraklıydım da. Nurali’yle daha çok vakit geçirdikçe onun belki de hayatımdaki en dürüst, kibar, terbiyeli ve cömert kişi olduğunu fark ettim. Kütüphane artık sadece ders çalıştığım bir yer olmaktan çıkıp aynı zamanda en yakın arkadaşım Nurali’yle vakit geçirdiğim bir yer halini almıştı. Her mola sırasında ve neredeyse her hafta sonu Nurali ile çoğu zaman çay içmek için buluşurduk. Birlikte Almanya’daki diğer şehirleri bile gezdik. Heidelberg’deki tarihi kalenin etrafında saatlerce yürüdüğümüz harika yolculuğumuzu hala anımsarım. Nurali, memleketinin siyaseti, kültürü ve tarihi hakkında beni eğitmenin yanı sıra bana Uygur yemeklerinden de ikram ederdi. Kütüphanede uzun saatler kaldıktan sonra eve gidip birlikte yemek yapardık. Bu doğrudan ve samimi deneyim sayesinde, Polo ve Lagman gibi en sevdiğim Uygur yiyeceklerini keşfettim.
Nurali 2012’de Almanya’dan ayrıldığında çok üzülmüştüm. Onu hava alanına götürürken bile içimden kalabilmesini diliyordum. Bağlantımızı koparmadık. Bir yıl sonra, 2013 yılında Nurali doktorasını tamamladı ve Xinjiang Normal Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. Ben de aynı yıl Türkiye’ye taşınmıştım. Birbirimize e-posta göndermeye ve Skype ile iletişim kurmaya devam ettik, hatta beni İstanbul’da ziyaret edeceğine söz verdi. 2014 yılının sonlarına doğru, aniden Nurali’den haber alamamaya başladım. Birçok kez mesaj atmama ve aramama rağmen geri dönüş alamadım. Bu sıralarda Nurali’nin Facebook ve Twitter hesapları da silindi. Kendi kendime şunu sormadan edemiyordum: “Nurali bana ulaşmak için neden çaba sarf etmiyor?”. Bazen üzülerek ve çoğu zaman da onun suskunluğundan endişelenerek bu soruyu sormaya devam edecektim. 22 Kasım 2018 Perşembe sabahı nihayet Nurali hakkında bir haber alabildim. İsmi, göğsüme saplanan bir mermi gibi, “2016’dan günümüze Çin’de hapsedilen Uygur aydınların listesi” başlıklı bir belgede karşıma çıktı. Neden Nurali’den bu kadar uzun zamandır haber alamadığımı hemen anladım: O, Çin hükümetinin toplama kamplarında yer alan yüz binlerce belki de milyonlarca Uygur Müslümanından biriydi.
Arkadaşımın başına gelenler için inanılmaz derecede üzgün ve endişeliyim. Diğer Uygurlu tutsaklarda da olduğu gibi Nurali’nin başına gelenler hakkında sağlıklı bilgi alabilmenin hiçbir yolu yok. Ölü mü? Yaşıyor mu? İşkenceye mi uğruyor? Sağlığı iyi mi? Hiçbir şey bilememek maalesef insanı hissizleştiriyor.
Nurali çok yetenekli, barışçıl ve hoşgörülü bir kişiydi ve aslında apolitik birisiydi; herhangi birine zarar vermiş olabileceğini hayal bile edemiyorum. Nurali’nin Çin hükümetinin kendisine karşı işlediği büyük adaletsizliği ve ayrımcılığı haklı çıkartacak herhangi bir şey yapmış olması mümkün değil. Uygur halkının (ya da herhangi bir halkın), Çinliler tarafından cezalandırılmayı neden ve nasıl hak edebileceğini de anlayamıyorum.
Toplama kampları hakkındaki haberleri okumak insanı dehşete düşürüyor. Çeşitli raporlar, tutuklular üzerinde oluşturulan dayanılmaz psikolojik baskıları belgeledi. Bu baskılar, ne üzücüdür ki, bazı Uygurların intihar etmesine bile neden olmakta. Bu kamplarda Uygurlar İslam’ı inkâr etmeye, ateizmi kabul etmeye ve hatta Çin devletine bağlılıklarını bildirmeye zorlanıyorlar. Komünist parti propagandasını dinlemeye, tekrarlamaya ve içselleştirmeye mecbur bırakılıyorlar. Tutsaklar için tıbbi tedavi reddediliyor ve ölümle sonlanana dek işkenceye maruz kalıyorlar. Kendilerine dondurucu gece soğuklarına dayanabilecek uygun kıyafetler bile verilmiyor. The Independent gazetesinin bildirdiğine göre New Orleans’taki Loyola Üniversitesindeki profesör Riam Thum, kamplarda yaşanılanları “dünya tarihindeki en büyük birkaç hak ihlalinden biri” olarak değerlendiriyor.
Çin devleti, toplama kamplarının “mesleki eğitim merkezleri” olduğunu iddia ediyor ve bu kamplarla “terör eylemlerini” önlemeyi amaçladığını söylüyor. Fakat bu doğruysa, neden Çin uluslararası insan hakları örgütlerinin sözde “meslekî eğitim” merkezlerini ziyaret etmesine veya rapor etmesine izin vermiyor? Neden medyanın Xinjiang’da olup bitenler hakkında bağımsız soruşturma yürütmesine izin verilmiyor?
Çin devleti ya da siyaseti konusunda uzman değilim. Ben sadece eski bir dostu için endişelenen birisiyim –ki o şu anda hayatını kaybetmiş olabilir. Tutuklular yakınları ve aile fertleri hakkında bilgi edinemeyen diğer birçok Uygur gibi, Nurali’nin serbest bırakılacağını umut etmek ve onun çoktan göçüp gitmiş ruhu için dua etmek arasında sıkışıp kaldım.
Kaynak: Stand with Uyghurs
İlk yorum yapan siz olun