Türkistan; Rus ve Çinliler tarafından paylaşılmış, işgal edilmiş Türkün toprakları.
Türklerin “Ata Yurdu”.
Ne kadar farkındayız?
Google’ın yaptığı analize göre Türkiye’de en çok aranan kelimeler; seçim gibi, spesifik konuları dışarıda tutarsak, 2018’de dolar-bedelli askerlik, 2019’da ise sigara fiyatları, dolar gibi kelimeler olmuş. Meşgul olduğumuz alanlar belli.
Bu nedenle “Osman Batur-Bakhtur-Bahadır” kim diye sormak istemem, Doğu Türkistan neresi diye sormak istemem, Uygurlar kim desem “reyna”-“ışid” demelerinden korkarım.
2015 yılında Erdoğan’la Çin’e giden “gazeteci” Verda Özer’e sorsam; “Uygurlar tarih boyu Çinlilerle yaşamışlar, niye kargaşa çıkarıyorsunuz” der. Demiş de zaten.
En iyisi ben sormayayım, yazayım. Belki okuyan çıkar.
Doğu Türkistan, Çinlinin “Xinjiang-Sincan-yeni ülke” dediği topraklar. Uygurlar ve Kazaklar gibi, Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren topluluklar yaşıyor. Reklam
Bu topluluklar Çinliler tarafından yok edilmeye çalışılıyor. Kimlikleri, dinleri, adetleri, nesilleri, toplum olarak varlıkları yok ediliyor. Zulmün haddi hesabı yok. Milyonlarca insan “toplama kamplarında” Çinlileştiriliyor. Ne Kazakistan Devleti ve ne de Türkiye Devleti bu meseleye ilgi göstermiyor.
Türkiye de, Kazakistan da, Çin’in “milyarlarca dolarlık yatırımları hatırına” sus pus vaziyetteler.
İnsanlık için hepimiz sesimizi yükseltmeliyiz. Bildiğimiz bütün dillerde Doğu Türkistan’da yaşayan “Uygurların-Kazakların feryadını” duyurmalıyız. Hani zamanı geldiğinde diyoruz ya “biz ne büyük milletiz, biz Türkler, biz Müslümanlar, biz insan hakları savunucuları filan filan”.
Hong Kong’da olanları takip etmişsinizdir. Özgürlükleri için aylardır mücadele ediyorlar. Onlar bile destek oluyor Uygurlara. Türkiye’de sadece cılız sivil toplum ses veriyor, devlet ise yok.
Ben bu yazıda işin bir başka boyutunu dikkatinize sunmak istiyorum. İşin “stratejik boyutunu”.
Ama önce çok kaba hatları ile Çin’den bahsetmeliyim. İnsan “ürküyor” değil mi? Koca Çin’e karşı Doğu Türkistan’dakiler, “bizler” ne yapabiliriz ki?
Çin’in stratejik problem alanlarını iyi anlarsak, Doğu Türkistan mücadelesini daha doğru bir zemine oturtur, kuru milliyetçilik söyleminden çıkarabiliriz. Çin “problemli” bir ülke, “yenebiliriz”, orada da “demokrasi” olabilir. Doğu Türkistan da yalnız değil.
Çin; etrafındaki birçok ülkeyi işgal etmiş ve ciddi kriz alanları olan bir ülke. Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan, Hong Kong bunların en büyükleri. Hatta Mançurya. Çin’in işgal ettiği ülkeler, bağımsız olabilmek için ciddi çalışmalar yapıyorlar ve uluslararası destek de görüyorlar.Reklam
Demek Doğu Türkistan yalnız değil. Bunu koyalım cebimize.
Çin, Amerika ile “Pasifik’te üstünlük mücadelesi” içinde. Çin’in Pasifik çıkışları oldukça problemli. Kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri “Çin Denizi” bölgedeki diğer ülkelerin “hak ve pay” iddia ettikleri bir yer. Bu bölge petrol ve doğalgaz zengini. Petrol ve doğalgazdan; Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayvan ve Vietnam da pay istiyor. Adaların aidiyeti de tartışmalı. Ayrıca Malacca Boğazından geçişlerde, Çin deniz ulaşımı olumsuz etkileniyor. ABD bu bölgede açık deniz ulaşımında üstünlüğü önemsiyor. Çin ve ABD bölgede ciddi miktarda askeri yığınağa sahip.
Yani, Çin için her şey o kadar kolay değil. En stratejik bölgede ciddi rakipleri var. Bunu da koyalım cebimize.
Çin’in rekabet ettiği ülkelerden birisi de Rusya. Türkistan’ın bir kısmını da Ruslar işgal etmiş vaziyette. Altaylar mesela. Ruslar ve Çinliler Türkistan coğrafyasını rekabet alanı olarak görürler. Ya paylaşırlar, ya güçlü olan kazanır. Halen paylaşım dengesi var. Ama yarın bilinmez.
Yani Rus da çok rahat değil, Çin’in kendine yakın gelmesinden. Bunu da koyalım cebimize.
Bu rekabete Japonya’yı da ilave etmeliyiz. “Mançurya” bölgesi Japonların tarihi emellerinin olduğu bir bölge. Japonlar da Uygur bölgesindeki durumdan rahatsız. Bu da cepte.
Çin’in problemlerini araştırmaya devam edelim.
Çin şüphesiz dünyanın en büyük ikinci ekonomisi. Bu ekonomi; enerji, ham madde ve sanayi altyapısı açısından dışa bağımlı. Ekonominin kurumsal altyapısı sistemi yönetemiyor.
Ayrıca, “Çin’in üretim ve ihracatının sürdürülebilirliği şartlara bağlı”. Tam bir kaynak ve enerji bağımlısı bir ekonomi. Çin’in ürünlerini pazarlara hızlıca ulaştırabilmesi için; dünya çapında yaygın, güvenli ve hızlı bir ulaştırma şebekesine ihtiyacı var. Üretirsin ama ulaştıramazsın. Üreteceksin ama hammadde yok, enerji yok. Çin enerji verimliliğinde dünyanın en kötüsü.
Gelecek yıllarda Çin sanayisinin günlük petrol ihtiyacı 17 milyon varil. Bunun 13 milyon varilini dışarıdan getirmek zorunda. Yarısı Ortadoğu ve İran olmak kaydı ile. İran’da savaş çıksa Çin ekonomisi çöker. Petrolden daha fazla da gaza ihtiyacı var. Dünyanın en büyük enerji tüketicisi. Madenler açısından dışa bağımlı. Dünyanın hammadde tüketiminin lideri Çin ve çoğu dışarıdan.
Yani “dışarıdan gelen ve dışarıya satmak zorunda olan”, “sürdürülebilir olmayan” ve zorla çalıştırılan “ucuz işçi” dışında “rekabet gücü zayıf” bir ekonomi. Bunu da koyun cebinize.
Çin ekonomisinde çok kritik bir konuya daha değinerek, Çin’in “dev olmadığını” anlayalım. Çin’de 500 milyona yakın insan hala günlük 5,5 dolar gelir seviyesinin altında. Yani günde 1-2 dolara çalıştırılan işçiler ile sanayi döndürülmeye çalışılıyor. Devlet yapısı tam bir komünist diktatörlük. Diktatörlük yönetiminde, dışarıya karşı “kapitalist mantık”, içeridekilere ise “kaşığın ucuyla” verilen bir “tüketim hakkı”.
Yani “sosyal patlama” kapıda. Bunu da koyun cebinize.
Çin; işte bütün bu “hengameyi” atlatabilmek için, halkını; “diktatörlük rejimi” ile “silahlı kuvvetlerin gücü” ile ve de “dünyaya kapalı” vaziyette tutan, faşist bir imparatorluk.
Çin her adımında bu riskleri dikkate alıyor. Çin; kendisine tehdit oluşturabilecek ülkeleri (Rusya-Kazakistan-Türkiye-Pakistan gibi) sağladığı veya sağlayabileceği “finans desteği ile pasifize ediyor”. Çin sanayisi için gerekli olan hammadde ve enerjiyi, Afrika ülkeleri gibi yoksul ülkeleri “enerji ve hammadde yatırımları ile bağımlı hale getirerek” elde ediyor. Esaret altında tuttuğu; Uygurlar, Tibetliler, Moğollar, Hong Konglular, hatta Keşmirliler gibi toplumları, güçlü ordusu, güvenlik güçleri, istihbarat unsurları ile baskı altında alıyor. Çin en çok dinden korkuyor. Müslümanların kutsal kitabı Kur’an’ı bile değiştirerek, toplama kamplarında milyonlarca insanı “Çinlileştirerek”, sosyal patlama risklerini minimize etmeye çabalıyor.
Çin; üretmek ve satmak zorunda. Aksi halde; ekonomi işlemez ve ülke ayakta duramaz.
Çin; ekonomisinde sürdürülebilirliği sağlamak için; “One Belt One Road- Bir kemer Bir Rota” veya Çince “I dai, I lu” dediği bir ulaştırma projesini, Asya ve Avrupa ülkelerine kabul ettirmeye çalışıyor.
Proje ile gelecek 50 yılı hedefliyor. Projeye harcamayı düşündüğü para 10 trilyon dolar. 65 ülkeye ve 3 milyar nüfusa ulaşmayı amaçlıyor.
Belt-Kemer’de; kara yolu-demiryolu-gaz-petrol boru hatları, Road-Rota’da ise; deniz limanları, kıyı altyapıları-gümrük ve depo-antrepo alanları olacak. Çin bu sistemi kurarken; mevcut limanları uzun süreli kiralamayı, yapılan otoyollarında viyadük vb. maliyetleri üslenerek, demiryollarına iyileştirme finans destekleri sağlamayı öngören “ortaklık katkıları” yapıyor.
Yukarıdaki haritada “proje” ayrıntılarını görebilirsiniz.
Avrupa’nın büyük ülkeleri ve Rusya, bu projeden tedirgin ve projeye mesafeli.
Projede net gördüğümüz; sarı noktalar ile işaretli ülkelerden hammadde garantisini oluşturmak, ürettiği malları Avrupa ve Rusya’ya satarak, sürdürülebilir bir “döngü” oluşturabilmek. Ayrıca güneye inen düz beyaz iki hat ile Hindistan’ı bypass edecek iki ticaret koridoru oluşturmak ve anakaradan Hint Denizine karşılıklı ticari akışı sağlamak öngörülüyor.
Merkez Asya’dan akacak ana güzergah, hem demiryolu, hem karayolu, hem de petrol ve gaz boru hatları, Doğu Türkistan’dan geçmek zorunda. Ayrıca Pakistan ticaret koridoru da Doğu Türkistan “bağlantı noktasından” başlıyor.
Yani Doğu Türkistan Belt-Kemer projesinin tam düğüm noktasında. Bunu da cebe koyalım.
Çin, Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) için Pakistan’a 46 milyar dolar yatırım yapacak. Ancak Taliban’ın ve ondan türeyen cihatçı unsurların arkasında Pakistan olduğu unutulmamalı ve Pakistan bu grupları ne ölçüde kontrol edebilir veya Hindistan-Pakistan çekişmesi-Keşmir sorunu düşünüldüğünde kontrol eder mi, büyük bir soru işareti. Keşmir konusunda Çin ve Pakistan aynı safta. Bölgenin stabil olması; Afganistan, Çin, Hindistan ve Pakistan arasında varılacak bir uzlaşıya ihtiyaç gösteriyor. Amerika ve Rusya’nın bölge menfaatleri de bununla uyumlu olmak zorunda. Kolay değil.
Kazakistan ve Türkiye bu projeye balıklama atlayan ülkeler arasında. Kazakistan petrol ve gaz kaynaklarına Çin çok önemli yatırımlar yapmış. Ayrıca Kazakistan petrolünün Çin’e aktarılması için boru hatları yapılmış. Çin’in son projesi kapsamında ise, Doğu Türkistan’dan Kazakistan Horgos kentine demiryolu yapımı tamamlanmış. Burada dünyanın en büyük kara limanı inşa edilmiş. Karşılığı elbette Doğu Türkistan’daki 2 milyon Kazak Türkünün Çin’e entegresine ses çıkarılmaması.
Çin Türkiye’yi önemli “geçiş güzergahı” olarak değerlendiriyor. Henüz bir termik santral dışında ciddi bir yatırıma sahip değil, ancak 4 milyar dolarlık bir yatırım öngörüyor. Çin’in esas hedefi ulaştırma güzergahının iyileştirilmesi. Türkiye’deki 3‘üncü köprü ve bazı otoyolların satışı şimdiden gerçekleşti. Çanakkale köprüsü de bu proje kapsamında Çin’in hedefleri arasında.
Çin, Türkiye ve Kazakistan’a, yapmış olduğu yardımlar karşısında bir tek talepte bulunmakta: Doğu Türkistan halkının insan hakları mücadelelerine destek vermemeleri. İki hükümet de söz verdikleri gibi Doğu Türkistan’a destek vermemekte, soykırıma gözlerini kapatmakta.
Ancak, Çin’in ulaştırma projesi, çok ciddi risklerle karşı karşıya. Çin denizindeki geçiş yerlerinin çatışma alanı olması, Pakistan üzerinden yapılacak ticaret koridorunun Taliban ve Keşmir krizinden etkilenmesi ve Hindistan’ın projeye olumsuz tavrı, Kazakistan istikametinin Rusya’nın projeye endişeli ve soğuk duruşu, projenin geleceği konusunu şüpheye sokmakta.
Çin kemer-rota projesi, diğer ülkeleri kalkındırmaya değil, kendi hammadde ve enerji güvenliği ile pazarlara malının ulaştırılmasını garanti almaya yöneliktir. Bu Çin’e önemli avantajlar sağlayacaktır elbette. Ancak ABD-AB-Rusya gibi, büyük üretim kapasitesine sahip ülkelerin bu projeyi engellemek için ellerinden geleni yapacakları da unutulmamalıdır.
Çin proje için sadece küçük ölçekli ülkeleri ikna edebilmiştir. Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki birkaç ülke ulaştırma alanında Çin ile ortak çalışmalar yapmışlardır. Ancak Almanya gibi önemli ülkeler konuya soğuk durmaktadır.
Yani, Çin’in kemer-rota projesi “büyük güçlerin” direnciyle karşı karşıya ve halen “hayal”. Bunu da cebe koyalım.
Gerek Kazakistan, gerekse Pakistan istikametine gidecek yolların Doğu Türkistan coğrafyasına bağlı olması, Doğu Türkistan’ın stratejik önemine ciddi katkı sağlamakta, ayrıca Doğu Türkistan’ın; petrol, doğalgaz, uranyum, kömür, altın ve gümüş madenleri bakımından oldukça zengindir. Bu avantajlar Doğu Türkistan’ın stratejik değerini artırmaktadır.
Yani Doğu Türkistanlıların eli güçsüz değildir. Oyun kuralına göre oynanırsa stratejik avantajlar pazarlık olarak kullanılabilir.
Gerek Amerika’nın gerekse Almanya’nın politik açıdan Uygur meselesine sahip çıkması da çok önemli bir avantaj. Dünya Uygur Kongresinin geçmiş ve mevcut başkanlarının ABD ve Almanya’da olmaları çok önemli. AKP iktidarı Kader hanımı kabul etmedi Türkiye’ye.
Çin “düşman bir bölgede ilerlediğinin farkında”. Ürkütmeden adımlarını atmaya gayret ediyor. Orhun kitabelerinde yazdığı gibi, “Çinin gülen yüzüne kanmamak” gerek. Çin’in yatırımları Kazakistan, Türkiye, Pakistan gibi ülkelere cazip gelse de, Çin’in ikinci bir Moğol istilası gibi batıya doğru ilerlemeye çalıştığı unutulmamalı.
Doğu Türkistan için durum hiç “ümitsiz değil”, aksine Doğu Türkistan çok sayıda avantaja sahip. Her ne kadar AKP hükümeti gözlerini kapatsa da, gelecek iktidarların konuya gereken önemi vereceklerinden emin olsunlar.
Doğu Türkistanlılar sadece Türkiye ve Kazakistan’a baskı uygulamakla yetinmemeli. Özellikle zulme uğrayan, işgal edilmiş; Tibet, İç Moğolistan, Hong Kong ile dayanışma içine girmeleri ve ortak politikalar geliştirmeleri çok önemli. Ayrıca ABD ve AB kamuoylarına, Japonya’ya konunun aktarılması ve güçlü baskı oluşturma taleplerinde bulunmaları gerekir. Japonya’nın bölgesel politikaları Doğu Türkistan’a ilgi duymasını gerektiriyor, unutulmamalı. Avrupa’dan çok sayıda ülke son günlerde meseleye hayli ilgi göstermiştir.
Doğu Türkistanlılar; meseleyi “din-ırk konteksinden” çıkartıp, “ağır insan hakları ihlali ve soykırım” noktasından dünya kamuoyunun gündemine taşımalı. Türkiye kamuoyundan böyle daha çok destek alabileceklerdir. Sol kesimlerin desteği önemsenmelidir.
Uygurlar; cihatçı karakterli-silahlı olayların içerisinde hayli görülüyorlar. Bu kendilerine yapabilecekleri en büyük kötülük olur. Çin de bu konuyu istismar ediyor. Çok dikkatli olunmalı.
Türkiye sivil toplum kuruluşlarının; anlamsız “din ve ırk söylemlerini” terk etmeleri ve netice getirmeyecek gösteriler yerine, ABD, AB ve Japonya’da yoğun temaslar geliştirmeleri, BM kurumlarını etkin bir şekilde kullanmaları, İslam İşbirliği Örgütü ve Amnesty International gibi örgütlerle temas kurmaları daha uygun olacaktır.
Bu arada TİKA gibi kamu kuruluşları ile Türkiyeli sivil toplum kuruluşları; Doğu Türkistan ahalisinin insan kaynaklarının yetiştirilmesi, mikro sermaye kapasitelerinin artırılması, belediyeler ile yerel işbirlikleri geliştirilmesi üzerinde önemle durmalı. Ticaret yapacaklar, Çinli firmalardan mutlaka Doğu Türkistan’lı ortaklar talep etmeli.
Çin’in, yerel demokrasi konusunda cesaretlendirilmesi de elbette çözüme katkı sağlayacaktır.
Doğu Türkistan mazlumdur, soykırıma uğramaktadır. Ancak güçlüdür. Şartlar aleyhine değildir. Ümit çok güçlüdür. Onlar nice Osman Batur‘lar çıkarabilecek kahraman insanlardır.
Lütfen desteğimizi esirgemeyelim.
Kaynak: OcakMedya
İlk yorum yapan siz olun