Arizona Üniversitesi’nden akademisyen Mehmet Volkan Kaşıkçı, Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü çarpıcı örnekler üzerinden değerlendiriyor.
MEHMET VOLKAN KAŞIKÇI
Saat gece 03.10… Bir saat kadar önce yılmak yorulmak bilmeyen Gene Bunin, 70 yaşındaki Kaliolla Tursınulı’nın 20 yıl hapse çarptırıldığının konsolosluk tarafından teyit edildiğini söyledi. Hukuk danışmanı olan Tursınulı’nın suçu Kazaklar’ın üstündeki artan baskılarla ilgili Pekin’e bir mektup yazmış olması. Müzisyen olan oğlu Akikat Kaliolla uzun süredir babası için uğraşmaktaymış, ancak ben Tursınulı’nın vakasını daha önce incelememiştim. Gene ise binlerce diğer örnek gibi bunu da çok yakından biliyormuş ve daha önce AFP’ye bu kişi hakkında bilgi vermiş. Tursınulı’ndan gelen haberle artık nerdeyse rutin hale geldiği gibi bu gece de başımızı yastığa rahat koyamayacağız.
Daha birkaç gün önce çok yoğun olduğumu ve kısa vadede Türkçe bir yazı yazamayacağımı iletmiştim Karar Gazetesi’nin editörüne. Ancak bu haberin ardından artık Türk medyasında olup biten hakkında bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim.
Aslına bakarsanız, 70 yaşındaki bir insan için üzülme eşiğini çoktan geçtik. Artık Çin’in toplama kamplarına ve hapislerine atılan insanların doğum yılı 1990’larla başlıyorsa gerçekten üzülebiliyoruz ancak. Tıpkı 1997 doğumlu Jadıra Kanatkızı ve 1999 doğumlu Ayaulı Kanatkızı kardeşler gibi. Fotoğraflarını ellerimizde tutuyoruz. Ayaulı dünyanın her yerinde genç kızların fotoğraf çektirirken ellerini “2” yaptığı gibi yapmış, arkasından gözlerini kısarak içinden geldiği gibi bir gülüş bırakmış. Ablası Jadıra biraz daha ağırbaşlı duruyor. Sakin bir şekilde gülümsemiş. İkisinin de yüzü aydınlık, ikisinin yüzünden de gençlikleri okunuyor. Bu fotoğraflar ne zaman çekildi bilmiyorum. Acaba en son ne zaman böyle gülebildiler? Bu gencecik kızlar Nisan ayından beri toplama kampındalar. Biri fotoğraflarını gösterse belki de kendi gülen yüzlerini tanıyamayacaklar. Toplama kamplarına kapatılan ya da hapsedilen yüzlerce insanın hikayesini dinlediğiniz zaman, aslında 70 yaşında biri için üzülmeye yer kalmıyor bünyenizde. Artık ancak Jadıra gibi, Ayaulı gibi gencecik yüzler yüreğinize dokunuyor. Peki neden Tursınulı gecenin bu saatinde fikrimi değiştirerek bir yazı yazmaya sevk etti beni? 70 yaşında bir kişiye 20 yıl hapis cezası… Ağır çekimde bir ölüm cezası bu.
Aslında sanırım duygusallığım son günlerden kalma. Kısa süre önce iki yıl ertelemeli ölüm cezasına çarptırılan Sincan Üniversitesi Rektörü Uygur akademisyen Taşpolat Tiyip’in hayat hikayesini okuduğumda etkilenmiştim.
Toplama kamplarından çıkıp Kazakistan’a dönmeyi başarmış az sayıda kişiden biri olan Jarkınbek Otan’ın videolarını da izledim. Jarkınbek’in eşini defalarca Atajurt adı verilen dernekte görmüştüm ama onun vakasıyla da ilgilenmemiştim. O kadar çok örnekle karşı karşıya kalıyorsunuz ki, ister istemez artık bazı kişilerle daha yakından ilgilenip, bazılarını göz ardı ediyorsunuz. Ancak videoları izleyince daha önce eşiyle konuşup, onun hikayesiyle ilgilenmediğim için bir suçluluk duydum. Jarkınbek şehirde kayboldu ve Atajurt üyelerinin seferberliğiyle bulundu. Bulunduğunda eşini ve çocuğunu tanımadı. Eşi ona sarılırken o boş bakışlarla görünmez bir noktaya bakıyordu. Kendisine doğru hamle yapıldığında ürkerek geri kaçıyordu. Jarkınbek’in kanında mililitrede 18 nanogram benzodiazepin bulundu. Sağlıklı bir insanda yaklaşık 7 nanogram bulunuyormuş bu maddeden. Tıptan anlamasam da, basit bir internet yoklaması, Jarkınbek’in kısmi hafıza kaybının ve hissizliğinin bu maddeden kaynaklı olabileceğini gösteriyor.
Kamplarda tutulan insanlara çeşitli ilaçlar verildiğine yönelik birçok tanıklık var. Ancak hala bu ilaçların etkileri hakkında net bir fikre sahip değiliz. Uzun vadeli etkileri olacak mı, bu konuda bir şey söylemek için beklemek lazım. Hafızası zayıflayan tek kişi Jarkınbek değil. Toplama kampından sonra bir fabrikada çalıştırılan Abil Amantay’ın eşi de telefonla konuşma imkânı bulduğunda, Abil’in kendisine nasıl tekrar tekrar çocuklarının adlarını, yaşlarını vs. sorduğunu söylemişti. Abil de Jarkın gibi kamptan çıkıp Kazakistan’a dönebilen şanslı azınlıktan. Ancak dönen hemen her kişi gibi kampta yaşadıkları hakkında henüz konuşmuyor. İnsanların konuşmamasının tek nedeni yaşadıkları travma değil. Çin kamptan çıkan kişiler için, özellikle de ülkeden ayrılmasına izin verdikleri için kefil istiyor. Birkaç kişiden 10’un üstünde bir sayıya kadar ulaşabiliyor kefillerin sayısı. Eğer çıkmasına izin verilen kişi kamptaki hayatıyla ilgili konuşursa, kefil olanların başı belaya girecek; muhtemelen bu sefer onlar toplama kampına alınacak.
Çok az vaka beni Jarkınbek’in görüntüsü kadar etkiledi. Sanırım duyduğum suçluluğun bunda bir payı var. Henüz Gene’yle sadece sosyal medya üzerinden tanışıyorken bir gün, artık hemen hemen tüm vaktini insanüstü bir gayretle yürüttüğü shahit.biz adlı uluslararası veritabanına ayıracağını, bu trajedi sona ermeden hayatına normal bir şekilde devam etmeyi mümkün görmediğini yazmıştı. Yazılarını okumuştum, daha sonra bana gelen bilgileri veritabanına girmesi için kendisine iletmeye başladım. O zaman Doğu Türkistan üzerine çalışan bir akademisyen veya bir araştırmacı olduğunu, bu yüzden meseleyle ilgilendiğini düşünüyordum. Yani bunun mesleği gereği olduğunu sanmıştım. Daha sonra tanıştığımızda anladım ki, tamamen gönüllü olarak yaptığı bir işti. Gene’nin veritabanı toplama kamplarıyla ilgili en önemli bilgi kaynağı. Bağışlarla ayakta duruyor. Gene’nin Almatı’nın merkezinde bulunan en ucuz otellerden birinde kaldığını gördüğümde, veritabanına gönül rahatlığıyla bağış yapılabileceğini düşünmüştüm. Daha sonra Gene’nin bağışları yalnızca ve yalnızca veritabanıyla ilgili masraflar için kullandığını, bu iş için yaptığı seyahatlerdeki ulaşım ve konaklama ücretlerini bile kendi cebinden karşıladığını öğrendiğimde ben bile şaşırmıştım. Bir gün nasıl bu işe başladığını sordum. Çin’de kaldığı 18 ayın ardından Uygur arkadaşlarının başlarına gelenlerin etkisiyle meseleyle ilgilenmeye başlamış. “Bir süre sonra” demişti, “insanlar kendileri beni bulmaya başladı”. Neyi kast ettiğini anlamam fazla vaktimi almadı. Önce kendi arkadaşlarım akrabalarının bilgilerini bana iletmişti. Sonra 3-5 derken, tekrar Kazakistan’a gelmemle beraber bir baktım ki, artık insanlar bana ulaşmaya başladı. Atajurt’ta kaç kez gazeteci olmadığımı söylememe rağmen herkes bir umut derdini anlatmak için sıraya girdi. Ne olduğunu tam da fark edemeden bir de baktım ki Gene son derece haklıymış. Bu trajedi sona ermeden hayatımıza normal bir şekilde devam edebilmek mümkün değilmiş.
Aybota Janıbek’le ilk kez Gene’yle beraber röportaj yapmıştık. Hem annesinin, hem kız kardeşinin toplama kampında olduğunu söylemişti. 10 gün sonra tekrar gördüm onu. Annesine 15 yıl hapis verildiğini öğrenmişti. Toplama kampındaki insanın çıkma ihtimali var. Atajurt son üç ayda muhtemelen 300-400 kadar kişiyi kamplardan çıkardı. Yakınlarını arayanların, dilekçe yazanların, medyaya çıkanların kamptan çıkabiliyor olması, Çin’in kamplara alınan insanlar hakkındaki palavralarının ne kadar boş olduğunu göstermeye yetiyor da artıyor aslında. Ev hanımı olan Nurzada Jumakankızı, namaz kıldığı ve başkalarına namaz kılmayı öğrettiği için 15 yıl hapse mahkûm edilmişti. Annesinin hapis cezasıyla beraber, kardeşi Künikey’in 25 Aralık’ta zorla çalıştırıldığı halı fabrikasından çıkarılıp ev hapsine geçirildiğini öğrenmişti Aybota. Ancak bir sonraki görüşmemizde kardeşinin 20 gün sonra tekrar fabrikaya yollandığını söyledi. Künikey İngiliz Dili mezunuydu ve Kazakistan, Türkiye ve Malezya’ya seyahat ettiği için önce kampa, birkaç ay sonra da fabrikaya gönderilmişti. En azından onun ev hapsine geçirilmesine sevinen Aybota’nın bu sevinci de kursağında kaldı.
Shahit.biz veritabanına bilgisi girilen veya Atajurt derneğine gelip yakınları için dilekçeler yazan binlerce insanın hikayesini tek tek bilmek sadece Gene’nin ve Atajurt başkanı Serikjan’ın becerebildiği bir şey. Benim gibi olanlarsa ister istemez trajediler arasından seçim yapıyor. İşte ilk görüşmemizin ardından annesi ve kardeşinin durumu sürekli değişen Aybota’nın hikayesi bunlardan biri. 15 yıllık cezayı söylediğinde bir sessizlik oldu. Söyleyebileceğiniz hiçbir şey yok. Yakınları kamplarda olanlara umut veriyorsunuz “Çıkacak, bakın kaç kişi çıktı”. Biri ev hapsindeyse eğer onun durumunu ciddiye bile almıyorsunuz. Sanki grip olmuş gibi “alt tarafı ev hapsi”. Ancak hapis cezası alanlar için yapılacak fazla bir şey olmadığının herkes farkında. Aybota ağlıyor. Siz susuyorsunuz.
Yanlış hatırlamıyorsam, hapsedildikten sonra aklını kaçırdığı için akıl hastanesine gönderilen iki kişi var şu ana kadar dinlediğim, incelediğim vakalar içinde. Genç ressam Dina İemberdi akıl hastanesine gönderilmemişti ama ailesi akıl sağlığının bozulduğunu söylüyordu. Dina’ya üç yıl hapis verdiler. Geleneksel Kazak hayatını resmettiği için. 1993 doğumlu Dina’nın halası hemen her gün Atajurt’taydı. Tıpkı Kazakistan’dan gelen annesinin telefonuna Çin’den aldığı bir sim kartı taktığı için toplama kampına gönderilen 1991 doğumlu gazeteci kızımız Sayrangül İzatulla’nın ya da ailesini ziyarete Kazakistan’a geldiği için kampa, daha sonra fabrikaya yollanan 1993 doğumlu Razile Nural’ın anneleri gibi. Ayın 21’inde Dina’nın hapisten çıkarılarak ev hapsine geçirildiği haberi geldi. Halası bu haberi aldığında Atajurt ofisindeydi. Üzüntüler gibi sevinçlere de ortak olmaya başladık. Bu insanlar ailem oldu gibi bir laf edersem, çok abartmış olurum. Ama yine de acılarına ortak olmaya, seslerini bir nebze olsun duyurmaya çalıştığımız bu insanların artık hayatımızda önemli bir yerleri olduğu ve bu trajedi bitmeden bizim de huzura eremeyeceğimiz açık. Dina’nın hapsedilmesi uluslararası medyada haber oldu. Bunun neticesinde hapis cezası almasına rağmen ev hapsine geçirildi. Halasına nasıl öğrendiğini sorduğumda “küçük araba tamirden çıktı” diye yazdılar dedi. Evet, bu insanlar yakınlarının kampa girdiğini veya çıktığını bile açıkça söyleyemiyorlar, soramıyorlar. Çoğu yakınlarıyla hiçbir şekilde iletişim kuramıyor. Bir şekilde WeChat üzerinden birileriyle haberleşebilenler de ancak böyle şifreli konuşabiliyorlar. Birçok insan telefonunda WhatsApp çıktığı için kamplarda. Sarsenbek Akbar gibi… Dayır Beysenulı’nın toplama kampına gönderilme nedeni ise daha da absürd. Dayır, Çin devletinin polisi oluyor. Bunun sevinciyle üniforma içinde bir fotoğrafını çekip Kazakistan’daki akrabalarına gönderiyor. Sonrası toplama kampı. Sebebi bu fotoğrafı göndermekle Çin’den dışarı bilgi sızdırmış (!) olması.
Dina “küçük araba”ydı, çünkü “büyük araba” da vardı. Zira sadece tek bir yakınınız kamptaysa şanslı bile sayılabilirsiniz. 8-10’dan fazla yakını, akrabası kamplarda ya da hapiste olan insanlar tanıdım. Tıpkı Uygur İmincan Möydin gibi. Kardeşi Yasincan toplama kampında hayatını kaybetmiş. Ne oldu, Yasincan’ın başına ne geldi bilmiyoruz. 8 diğer yakın akrabası da hala toplama kamplarında. Kalida Akıtkankızı’nın üç oğlu, üç gelininin hepsini götürmüşler. Sebebini bilmiyoruz, ama üçü de Uygur olan gelinler başörtülü. Bütün ailenin toplama kampına alınması için yeterli bir sebep. Torunlara kim bakıyor, nerde nasıl yaşıyorlar hiçbir haber yok. Bu kadar acıya dayanamayan Kalida’nın kocası da vefat etmiş. Kendisi tek başına oğullarını, gelinlerini ve torunlarını arıyor. En duygusal röportajlarımdan birini Kalida’yla yapmıştım. Bir diğeri ise 12 yaşındaki Marmer Kiyzatkızı ileydi. Babasını toplama kampına, annesini ise ev hapsine almışlar. Bunun ardından 1996 doğumlu abisi Jaysan Kiyzatulı 22 yaşında vefat etmiş. Marmer “Anne babamı özledim, özledim, diye diye öldü” diye ağlayarak anlatmıştı olanı.
Atajurt’a gidiyorum, her gün yüzlerce insan dertlerine deva arıyor, her gün kaç tanesi yanımda ağlıyor. Sonra açıp internete bakıyorum. Türkiye’den gazeteciler toplama kamplarını çok beğenmişler. O kadar ki sanırım yakında gönüllü olacaklar kamplara girmek için. Biraz twitter’a bakayım diyorum, Çin uzmanı geçinen biri Şangay’da helal gıda bulabildiğini anlatıyor, Doğu Türkistan üzerine bir şeyler paylaşanlara. Onun Şangay’da helal yemek yiyebilmesi, bir milyondan fazla insanın toplama kamplarına kapatılmasından daha önemli çünkü. Tam bir cesur yürek, Şangay’da helal yemek yiyor. Demek ki Doğu Türkistan’da her şey yolunda.
Saat 05.30… Başlarken böylesi duygusal bir yazı yazmayı planlamıyordum. Ancak bir yerden sonra benim de içimi dökmem gerektiğini fark ettim. Toplama kamplarını ve diğer tecrit yöntemlerini açıklamak için başka bir yazı yazmak en mantıklısı.
Kaynak: Karar Yazar: MEHMET VOLKAN KAŞIKÇI
İlk yorum yapan siz olun