Aşağıdaki röportaj 11 Ocak 2019 tarihinde “Jas Alaş” gazetesinde yayınlanmıştır. Umay Nemati tarafından Kazakça’dan Türkçe’ye çevrilmiş ve falancamesele bloğunda yayımlanmıştır. Röportajın aslına şu adresten ulaşabilirsiniz: «Қытайдағы саяси лагерь – түрменің нақ өзі»
39 yaşındaki Baymurat Jumgay Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Sanjı vilayeti, Şonjı ilçesindeki siyasi eğitim merkezinde güvenlik görevlisi[1] olarak çalıştı. Listedeki kişileri tutup siyasi eğitim merkezine götüren Baymurat Jumgay siyasi eğitim merkezlerinin hapishaneden hiçbir farkının olmadığını söyledi. Bize verdiği röportajda siyasi eğitim merkezleri hakkında ayrıntılı bilgi verdi.
Baymurat, Çin (Doğu Türkistan)’da bulunan siyasi eğitim merkezine güvenlik görevlisi olarak nasıl kabul edildiniz? Neden böyle bir işi kabul ettiniz?
2009 yılında eşim ve bir çocuğumla birlikte Kazakistan’a göçüp Karagandı’ya yerleştik. 2010 yılında Kazakistan vatandaşlığına kabul edildim. İkinci çocuğum da bu süreçte dünyaya geldi. İkinci çocuğum hastalanınca Çin’e götürüp tedavi ettirmek istedik. Ve böylece 2013 yılının Mart ayında Çin’e gittik. Göç idaresine gidip “Çocuğum 2 yıl boyunca burada tedavi olmak zorunda; ama ben başka ülkenin vatandaşıyım.” dedim. Oradakiler de ‘’Sen zaten Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşıymışsın.‘’ diye Çin Halk Cumhuriyeti pasaportunu verip, Kazakistan pasaportunu aldı. Meğerse, Çin’deki vatandaşlığım kayıttan düşmemiş. Böylelikle pasaportumla sorunsuz çocuğumu tedavi ettirmek mümkün oldu. Bana verilen pasaportumla hayatıma devam ettim. Sincan Özerk Bölgesi, Sanjı eyaleti, Şonjı ilçesinde yaşadım. Çocuğumu iki yıl boyunca tedavi ettireceğim diye borç harç içinde kaldım. Çalışmak zorundaydım. Ve böylece 2016 yılının sonuna doğru polis olarak işe başladım. O sırada, Sincan (Doğu Türkistan)’da baskı daha da arttı. Bu nedenle birçok polis işe alındı. İlk önce yüksek eğitimliler alındı. Yerel yönetimler üzerine yüksek eğitim almıştım, bu sebeple polis yardımcısı olarak hizmete alındım. İlk önce polis keşif noktasında çalıştım.
O kontrol noktası ne?
Sokaklara her 300 metre aralıklarla insanları izlemek için kameralar kondu. Sincan’daki vilayet, ilçe, kasaba, köy düzeyindeki bütün idari birimlerde, sağlık merkezlerine, su idaresine, maliyeye, yerel yönetimlere ve hatta hapishanelere bile gözetleme araçları ve kameralar koyuldu. Hepsini bu kontrol noktasındaki ekranlardan görebiliyorduk. Yurtdışı ile görüşenler, camiye namaza gidenler, yurtdışına çıkan kişiler belirlenince hemen siyasi eğitim merkezlerine götürülürdü. Kısaca bütün adamlar izleniyordu. Telefonundan gizlice dini bilgileri okuyan, başını kapatan, arabasında ya da evinde dini kitaplar ile Uygur ayaklanması ile ilgili kitaplar bulunan kişilerin hepsi tutuklandı. Sonra tutuklama bölümünde çalıştım. Her türlü kötü olayın tanığı oldum. Tutuklama bölümü, insanları siyasi eğitim merkezlerine alıp götürmekle görevliydi. Tutuklananların listesi Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin “huzuru sağlama” kurulu tarafından belirlendi. Bu kurul söyleyince kusursuz bir şekilde yapmak gerekiyordu.
Sizin ilçenizde kaç siyasi eğitim merkezi vardı? Bu süreçte kaç kişiyi zorla götürdünüz?
Bir orta okul en büyük siyasi eğitim merkezine çevrildi. Bundan başka imamlar için eğitim merkezi, büyük hapishane ve aklını kaçıranların tedavi edildiği yer var.
Bu siyasi eğitim merkezlerine bir yılda 600 kadar insan götürdüm.13 yaştan 80 yaşına kadar Kazak, Uygur, Dungan milletlerinden kişiler tutuklandı.
Hapis cezalarının asıl nedeni din midir?
Çoğunlukla neden dindi. Ama yurtdışı ile telefonda konuşan da tutuklandı. Bundan başka hükümetin parasını çalan da tutuklandı. Bu nedenle tutuklanan Çinliler de var.
Bu insanları siyasi eğitim merkezine götürürken hangi psikolojik durumdaydınız?
“Tutukluları eğitim merkezlerine götürsünler.” diye emir verildi. Bitti. Yapmak gerekiyordu. Çünkü bizi de izleyen kameralar vardı. Tutuklananların arasında tanıdığım insanlar da çıktı. Onları gördüğümde yüreğim ezildi. Kız çocuklarının ellerine ayaklarına kelepçe taktık. Taktıktan sonra körpelerin kendilerine kaldırttık. Bir defa 80 yaşındaki Uygur bir teyzenin ayağının kırıldığını gördüm. O ayağına kelepçe takıp arabaya götürdüler. Yaşlı kadıncağız ağlayayım dese sesi çıkmıyordu. Onu gördüm ya yüreğim çok acıdı. Siyasi eğitim merkezine düşen insanların ilk gün yüzleri güpgüzel, göz açıp yumana kadar evlerinin neşesi olan gençlerin gözlerindeki ışık gidiyordu.
Siyasi eğitim merkezinde insanlara işkence yapılıyor muydu?
İnsanları tutuklamakla görevli olduğumdan benim bütün gördüğüm insanlara Çince parti şarkıları ezberletilmesiydi. Ezber bitmeden yerinden kalkamazsın. Bir saate ezberletemesen iki saate ezberletmen gerek. İki saatte de ezberlemesen daha da zaman veriyordu. Ezber bitmeden yemek verilmez, uyumaya da izin yok. Zaten günde üç defa verilecek yemek yoktu. Verse de bir parça su verir. Onu da kendin istemen gerek. Parti şarkılarını ezberleyemeyen yaşlılar bir gün boyunca soğuk yerde, aç susuz oturunca hastalanmaz mı? Bunlardan dayanacak gücü kalmayanlar oldu. Böyle adamlar hastalandığında doktora götürülürken koluna kelepçe takılıp götürüldü.
Yani bu Çin’in dediği gibi siyasi eğitim merkezi olsa insanlar serbest olmaz mı? Neden koluna kelepçe takılır ki? Bu bana göre hapishanenin ta kendisi.
Bir keresinde siyasi eğitim merkezinde benimle birlikte polis olarak çalışan bir genci gördüm. Sakalı bıyığı uzayıp gitmiş. Tanıyamadım. Onun ne sebeple tutuklandığını daha sonra başka polislerden öğrendim. Hapishanenin içinde denetleyerek gezerken yerdeki kağıdı görüp alıp cebine koymuş. Kağıtta ise “Burası çok ağır, nolur beni çıkarın, ben burada çok zorlanıyorum.” diye yazılmış. Kağıdı cebine koyduğunu kameralar kayda almış. O zaman polisler götürmüşler.
Kısaca, bütün hareketlerini izleyenler var. Bize de zulüm oldu. Verilen yemekleri Çinlilerle yemen gerek. Yemesen tartışma çıkabilir. Birbirimizle sadece Çince konuşmak zorundaydık. Fazla konuşsan, denileni yapmasan sen de siyasi hapishaneye atılacaksın.
Polislik işinden nasıl ayrıldınız? Kazakistan’a yeniden nasıl geldiniz?
2018 yılının Mayıs ayında adres kaydımın silindiğini öğrendim. Yani tehlike bana döndü. Siyasi eğitim merkezine alınacaksın dendi. Sonra yerel karakola varıp, eğitim merkezine neden atılacakmışım diye sordum? Pasaportumu yeniden vermesini istedim. Onlar, “adres kaydını tekrar açalım” dedi. Adres kaydımı yenilesem hapse atılacağımı anladım. Sonra 2018 3 Haziranda, annemin hasta olmasını bahane edip, müdürümden annemi iyileştirmek için izin isteyip işten çıktım. Çıktıktan sonra pasaportumu geri alamadan biraz sıkıntıya düştüm. Elime ne Kazakistan, ne Çin pasaportu vardı. Urumçi’deki Kazakistan Konsolosluğundan yardım istedim. Oradakiler “Kazakistan’da verilen kimlik numaranı bul, yardım ederiz” dediler. Çin’in iç tarafında yüksek lisansta okuyan baldızım vardı. Onu arayıp yardım istedim. O Kazakistan’daki akrabalarıyla haberleşip, kimlik numaramı buldurup, konsolosluktaki görevlileri gönderdi. Çocuğun doğum belgesini de ekledi. Böylece doğruluğuna emin olduktan sonra pasaportumu verdiler. Fakat Çin vize vermedi. Yedi gün uğraşıp, zar zor dört günlük vize verdi. Böylece geçen yılık 3 Eylülünde Çin’den çıkıp gittik. Şu an Pavlodar vilayeti Aksu şehrinde yaşıyorum. Kuzeye göçenlere yardım edilip, iş verilecek denildiği için oraya göçmüştük. Ama hala denilen yardım verilmedi.
Sohbet için teşekkür ederim.
Röportajı yapan: Elnur Bakıtkızı
[1] Not: Kazakça’da kullanılan “sakşı” sözü bekçi, güvenlik görevlisi anlamında. Ancak Doğu Türkistan bağlamında bu güvenlik görevlileri polis oldukları için metin boyunca bazen güvenlik görevlisi, bazen polis olarak kullanılacak.
Kaynak: falancamesele
İlk yorum yapan siz olun