Önce peygamberler tarihinde geçen kıssayı hatırlayalım.
Firavunlar devrinde İsrail oğulları Mısır’dadır. Piramitlerin inşaatında çok ağır şartlarda çalıştırılmaktadırlar. Çeşitli işkencelere uğramakta, acı ve ıstırap çekmektedirler.
Dönemin firavunu bir rüya görür. Kudüs’ten bir ateş çıkmış, bütün Mısır halkını yakmış, fakat İsrail oğullarını yakmamıştır. Firavun dehşet içinde uyanır ve rüya tabircilerini çağırır. Rüyanın yorumu hiç de iç açıcı değildir. Tabirciler şöyle derler:
“Bugünlerde İsrail oğulları içinde bir çocuk doğacak ve senin saltanatına son verecek.”
Firavun zaten zalim bir insandır. Derhal buyruk verir: “İsrail oğulları içinde bu yıllarda doğacak olan bütün erkek çocuklar öldürülsün!”
Hunharca öldürülür çocuklar. İşte Musa da o yıllarda doğar. Zavallı anne, çocuğu öldürülmesin diye onu bir sandığa koyar ve Nil Nehri’ne bırakır. Akıntı çocuğu Firavun’un sarayına götürür. Firavun’un karısı Asiye sandığı görür ve aldırır. Çocuğu evlat edinir.
Hikâyeyi uzatmaya gerek yok. Musa, Firavun’un sarayında büyür. Mısır’dan çıkar. Tur Dağı’nda kendisine peygamberlik gelir. Mısır’a döner. Dinini yaymaya başlar. Firavun ve adamları asla imana gelmezler. Mısır’ın başına bir sürü felaket yağar. Kuraklık, çekirge istilası, kurbağa istilası…
Sonunda Firavun, Musa’nın kavmini alıp Mısır’dan çıkmasına izin verir. Verir ama sonra da ordusuyla peşine düşer. Hz. Musa’nın mucizeli bastonuyla Nil Nehri yarılır. İsrail oğulları geçer. Onları kovalayan Firavun ve adamları, nehrin birden kapanmasıyla yok olup giderler.
Olay, Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde de vardır. Tefsirlerde ve kısas-ı enbiya kitaplarında birçok değişkeleri (varyantları) de bulunur. Ama kıssanın özü budur.
Geçenlerde yine Millî Düşünce Merkezi’nde idim. Uygur Türklerinden Doç. Dr. Erkin Emet, Doğu Türkistan’ın bugünkü durumu hakkında konferans veriyordu. Toplama kamplarının, hapse atılan aydınların, yazar ve sanatçıların resimleriyle.
Çin’deki yeni yönetimin uygulamalarını şaşkınlıkla dinliyorduk. Uygurca eğitim anaokullarından itibaren kaldırılmıştı. Dünyaya bunu çift dilli eğitim diye takdim ediyorlardı. Kardeş aile projesi çıkarmışlardı. Projeye göre her Uygur ailesinde bir Çinli erkek bulunacaktı. Gece gündüz birlikte olacaklardı. Bir puanlama kartı icat etmişlerdi, herkesi puanlıyorlardı. Şu şu ülkelere gidenler eksi 10. Şunu yapanlar eksi 10, bunu yapanlar eksi 10. Erkin Emet hem ekranda gösteriyor hem sayıyordu. 1980-1990 yılları arasında doğan çocuklar eksi 10.
Kendimi tutamamış, yüksek sesle söylenmişim: “Demek ki Çin firavununun saltanatına son verecek olan Musa, bu çocuklar arasından çıkacak!”
Kamplara öncelikle götürülenler de 1980-1990 yıllarında doğanlarmış. Biraz sonra Erkin Emet, bu yıllarda doğmanın niçin eksi puana sebep olduğunu da anlattı.
Mao’dan sonra ortaya çıkan kısmi serbestlik yıllarında Uygur, Kazak, Kırgız çocukları az da olsa millî ve dinî değerlerini öğreniyorlarmış. Camiler açıkmış. Kâşgarlı Mahmud’un, Yusuf Has Hâcib’in, Nevayi’nin eserleri basılıyormuş. Çocuklar tarihlerini ve millî edebiyatlarını öğreniyorlarmış. 1980-1990 yıllarında doğan çocukların yetişme dönemleri de işte bu serbestlik yıllarına denk geliyormuş.
Eve dönüp baktım. Gerçekten de Uygurların yayımladıkları Kutadgu Bilig, Dîvânu Lugâti’t-Türk o yıllarda basılmış.
Ömür boyu devlet başkanı olmasına karar verilen Şi Cin-ping’ın her yerde resimleri varmış. Resimlerin yanından geçenler “On bin yıl yaşa Cin-ping!” diye bağırmak zorunda imişler. Ömür boyu başkanlık, üstelik on bin yıl… Gerçi on bin yıl, Çin geleneğinde sembolik bir ifadedir. Ancak yine de çok uzun ömrü ve ölümden sonra unutulmamayı anlatır.
Şi Cin-ping’in rüya görüp görmediğini bilmiyorum ama kendi Musa’sını hazırladığı bence muhakkak.
Kaynak Yeniçağ: Yeni bir Hz. Musa hikâyesi – Ahmet B. ERCİLASUN
İlk yorum yapan siz olun