“Doğu Türkistan: Sessizliğe Gömülmüş Bir Soykırım” Kitabından bir bölüm
Yazar: Mehmet Emin Hazret
1. Çin Hapishanelerinde Uyuşturucu Ticaretinin Küresel Ayak İzleri
2017 yılı itibarıyla Çin cezaevlerinde 146 Kolombiyalı uyuşturucu kaçakçısı tutuklu ya da hükümlü olarak bulunuyor. Bu kişilerin 15’i idam, 15’i ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış durumda. Hepsi Çin’e 17 bin kilometre uzaklıktaki Kolombiya’dan gelen, Çin’in havalimanlarında yakalanan kiralık kuryeler.
Birleşmiş Milletler’in 2016 tarihli raporuna göre, Çin merkezli Asya-Pasifik bölgesinde yakalanan uyuşturucu miktarı son 10 yılda üç katına çıkmış durumda. Çin’de Myanmar, Vietnam, Filipinler, Güney Kore ve Japonya vatandaşları da uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle uzun yıllar hapis ya da idam cezasına çarptırılmış.
Ancak bu küresel tabloda en ağır bedeli ödeyen, ironik biçimde Çin’in kendi yurttaşları — ve özellikle de Uygurlar oldu.
2. Uyuşturucu Uygur Toplumuna Nasıl Sızdı?
1980’lerde Çin’in ticareti serbestleştirmesiyle birlikte, Uygur tüccarlar büyük şehirlerde öncü oldu.
Kadim İpek Yolu mirasıyla; cesaret, sezgi ve ticari zeka taşıyan Uygurlar:
İlk toptan satış merkezlerini,
Mağazaları,
Otel ve lokantaları
kurarak, Çin’in büyük şehirlerinde ticareti Çinlilerden önce kavradı.
Özellikle Hong Kong–Guangzhou hattındaki kaçak ticaret faaliyetlerinde Uygurlar etkiliydi.
1980-1985 arası, elektronik, tekstil ve giyim ürünlerinin kaçakçılığında asıl taşıyıcı güç oldular.
Ancak bu yükseliş kısa sürdü.
1985’te, lüks otomobillerle dolaşan Uygur zenginleri, Çin mafyası ve güvenlik güçlerinin hedefi hâline geldi.
Servetlerine el kondu, dövüldüler, tutuklandılar.
Binlerce Uygur tüccar çökertildi.
Ardından geriye kalan boşluğu yeni bir felaket doldurdu:
Uyuşturucu.
Urumçi’nin sokaklarında Uygur gençleri — hatta çocukları — kısa sürede bağımlı hâle geldi.
Bu, bir halkın sistematik çöküşünün sessiz tanığıydı.
3. AİDS Gölgesinde Unutulan Soy – Sessiz Ölümün Anatomisi
Doğu Türkistan’da ilk AİDS vakası, 1995’te Urumçi’de kaydedildi.
Ancak bu, yalnızca buzdağının görünen kısmıydı.
Uyuşturucu mafyaları, Çin’in farklı etnik yapılarından gelen aktörlerle iş birliği yaparak Uygur mahallelerinde dağıtımı artırdı.
Döngenler (Çinli Müslümanlar), aracı olarak kullanıldı.
Uygur din adamları camilerde, aydınlar ise basın yoluyla halkı uyarmaya çalıştı.
Ancak Çin yönetimi, başka bir cepheden sinsice saldırıya geçti.
Devlet Destekli Çöküş:
Otel,
Kuaför,
Masaj salonu,
“Fizik tedavi merkezleri”
adı altında kurulan yüzlerce işletme, aslında genelev olarak işletiliyordu.
Buralarda çalışan Çinli kadınların önemli bir kısmı AİDS taşıyıcısıydı.
Bu kadınlar yalnızca cinsel hastalık yaymıyor, aynı zamanda uyuşturucu temin ediyordu.
AİDS, artık yalnızca bir hastalık değil, biyolojik soykırımın sessiz silahıydı.
4. Rakamlarla Kayıp Bir Nesil
2014 yılında, Çin tarafından yayımlanan resmî rapora göre,
Doğu Türkistan’da kayıtlı AİDS hastası sayısı 43.500 olarak açıklandı.
Ancak uzman Uygur doktorlara göre gerçek sayı 200 binin üzerindeydi.
Virüs, köylerinden hiç çıkmamış kadın ve erkekler arasında bile hızla yayılıyordu.
2009 tarihli etnik sağlık raporuna göre:
Her 100.000 Han Çinlisi içinde 56 kişi AİDS’liyken,
Aynı oran Uygurlar arasında 335 kişiydi.
Karşılaştırmalı örnekler:
Kazakistan: 74
Kırgızistan: 77
Özbekistan: 58
Türkiye: 5
Doğu Türkistan’daki hastaların çoğu 18–45 yaş arasındaydı.
Yani toplumun en üretken, en güçlü, en umut dolu kesimi sistematik biçimde yok ediliyordu.
5. Tedavi Yok, Umut Yok, Sadece Sessizlik
Bu dramatik tabloya rağmen:
Uygurlar için özel AİDS hastanesi yok.
Tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri sunulmuyor.
En fazla AİDS vakasına sahip bölgeye hiçbir politik öncelik tanınmıyor.
Çünkü burada mesele, halk sağlığı değil, halkın sessizce yok edilmesi.
Sessiz çığlıklar bazen en derin yankıyı yaratır.
Sessiz Mezarlıklar, Kaybolan Nesiller
Ruyli’de Uyuşturucu Kıskacındaki Uygurlar
1. Görünmeyen Savaş: Uygurlar ve Sentetik Uyuşturucu Tuzağı
Uygur halkının yakasını bırakmayan uyuşturucu ve AIDS felaketinin ardında, görünenden çok daha karanlık bir tablo yatıyor.
2000’li yıllardan sonra Çin’in kimya sanayii sentetik uyuşturucu üretimine yönelirken, bu maddelerin testinde ve dağıtımında en çok kullanılan kesim, yine Uygurlar oldu.
Bu süreçte kobay olarak kullanılanlar çoğunlukla:
Sahipsiz çocuklar,
Dul kadınlar,
Yoksul ailelerin fertleriydi.
Çin’in iç bölgelerindeki AR-GE laboratuvarlarında, Uygur çocuklar ve kadınlar üzerinde gerçekleştirilen deneyler, insanlık onuruna vurulan kara bir leke olarak tarihe geçti.
Aynı zamanda bu insanlar, Çin mafyasının sentetik maddelerini taşımak ve pazarlamak için de kullanıldı.
Onlar için sadece iki seçenek vardı:
Ya bağımlı olacaklardı, ya da kurye.
2. Ruyli: Uygurların Küçük Kıyameti
Ruyli, Çin’in Myanmar sınırındaki Yünnan eyaletine bağlı küçük bir kasabadır.
Myanmar, dünyanın en büyük uyuşturucu üreticilerinden biridir ve Ruyli, bu karanlık ticaretin Çin’e açılan kapısıdır.
2009 yılında yayımlanan “Ruyli’de Oluşan ve Genişlemekte Olan Uygur Mezarlığı” başlıklı yazım, Doğu Türkistan’da büyük yankı uyandırmıştı.
O yazı, doğrudan bu trajediyi yaşayan Uygurların tanıklıklarına dayanıyordu.
O dönemde Ruyli’de yaklaşık 3.000 Uygur yaşıyordu. Kasaba neredeyse bir Uygur gettosuna dönüşmüş, buradaki insanlar Çinli uyuşturucu mafyasının kontrolünde çalışmaya zorlanmıştı.
Kunming ve çevresinde uyuşturucu ticaretine karışmış Uygur sayısının 6 bin olduğu tahmin ediliyordu.
Ve bu bölge, sistematik bir sessiz mezarlığa dönüşmüştü.
Her hafta, 3 ila 5 Uygur cenazesi toprağa veriliyordu.
Zehirlenenler, kaçak geçişte vurulanlar, Çin usulü işkence dolu cezaevlerinde can verenler…
Hepsinin son durağı aynıydı: Ruyli Mezarlığı.
Bazı Uygur gençler, geçici bir refah elde ederek köylerine döner, ailelerine para dağıtır, hatta mescit yaptırırdı.
Köylüler tarafından “hayırsever” olarak görülürlerdi.
Ama onlar, geri dönemedikleri Ruyli’ye aslında son yolculuklarına çıkıyorlardı.
3. Yoksulluk Kapanı: Uygurlar Mafyaya Nasıl İtildi?
Doğu Türkistan’daki:
Yoksulluk,
İşsizlik,
Geleceksizlik,
genç Uygurları Çin’in karanlık suç ağlarına doğru itti.
Çin’in Uygurlar için açtığı tek kapı, uyuşturucu, kaçakçılık ve mafya ilişkileriydi.
Meşru yaşam alanları onlara sistematik biçimde kapatılmıştı.
4. Çifte Standart: Uyuşturucuya Serbest, Hayata Yasak
Çin’in birçok bölgesinde Uygurlar:
Otellere alınmıyor,
Ev kiralayamıyor,
Yasal işe giremiyorken;
Yalnızca Ruyli’de, uyuşturucu ticareti için tüm kapılar açıktı.
Çin yasalarına göre, 50 gram uyuşturucu ile yakalanan biri 15 yıl ve üzeri ceza alabilir.
Ama Ruyli’de bu yasa Uygurlar için askıya alınmış gibiydi.
Çünkü amaç şuydu:
Daha fazla Uygur bu bataklığa çekilsin.
Ve sonra onlar, sessizce toprağa verilsin.
5. Rakamlarla Felaketin Boyutu
Nisan 2009 itibarıyla:
Çin genelinde uyuşturucu mafyasıyla doğrudan ilişkili olduğu tahmin edilen Uygur sayısı: 25.000.
Bu insanlar:
Ekonomik hayata katılamazken,
Çin mafyasının çarklarında figüran olmaya zorlandılar.
Sonuç: Ruyli Mezarlığı, Bir Toplumun Sessiz Çığlığıdır
Ruyli’de toprağa verilenler yalnızca bedenler değil;
Uygur halkının umutları, geleceği, onuru idi.
Ve bu trajedi, ne haber oldu ne belgesel…
Sadece geride kalanların dualarında yaşadı.
“Ruyli Mezarlığı, Çin’in Uygur halkına sunduğu tek istikrarlı yapıydı:
Orada ölüler bile sessiz, ama her biri tanıktı.”
Kayıp Çocuklar, Satılan Organlar: Çin’de İnsanlığın Bitişi
1. Sessiz Kayboluşlar: Uygurların Aileleri Yok Ediliyor
2000’li yılların başında, Çin cezaevlerinde 100 binden fazla siyasi tutuklu Uygur Türkü bulunuyordu.
2008 sonuna gelindiğinde bu sayı 200 bini aştı.
Her bir tutuklu:
Bir eş,
Bir çocuk,
Bir aile
bırakarak cezaevine götürülüyordu.
Bu süreçte:
Yaklaşık 100 bin dul kadın,
150–200 bin korunmasız çocuk
sokaklara terk edildi.
Yalnızca sevdiklerini değil, tüm sosyal güvencelerini de kaybettiler.
Birine bir tas çorba vermek bile “teröre destek” sayılıyor, yardım edenler hapisle cezalandırılıyordu.
Ve bu insansız ortamda, devreye Çin’in organ mafyası girdi.
Sahipsiz kalan her çocuk, her kadın, potansiyel bir “kazanç nesnesi”ne dönüştü.
2. İnsan Ticareti, Uyuşturucu ve Organ Mafyasının Karanlık Ağı
Çin’in karanlık yüzünü temsil eden organize suç şebekeleri, sahipsiz çocukları toplamak için adi suçlulara ödeme yapmaya başladı.
Bu çocuklar:
Çin’in iç bölgelerine götürüldü,
İzleri tamamen silindi.
Kadınlar ve genç kızlar ise:
“İş vaadiyle” kandırıldı,
Ardından fuhuş mafyasına veya Ruyli’deki uyuşturucu çetelerine satıldı.
Eş zamanlı olarak:
Zengin yabancı hastalar, Çin’e organ nakli için akın etmeye başladı.
“Sağlık turizmi” adı altında sistem meşrulaştırıldı.
Başta idam mahkûmlarının organları kullanıldı.
Ancak talep arttıkça, mahkûmlar yetmedi.
Geri kalanı ise, sahipsiz Uygur çocukların ve gençlerin bedenlerinden sağlandı.
Ve onları soracak ne bir baba vardı — o zaten cezaevindeydi — ne de bu mücadeleyi taşıyacak gücü kalmış anneleri.
3. Bir Vicdanın Çığlığı: Dr. İlham Tohtı’nın Mücadelesi
Bu korkunç sessizlik karşısında sesini yükselten ender insanlardan biri:
Pekin Merkezi Milletler Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. İlham Tohtı oldu.
2006’da kurduğu uyghurbiz.com sitesi üzerinden:
İnsan ticareti,
Uyuşturucu mafyası,
Organ kaçakçılığı
gibi konuları gündeme taşıdı.
Sayısının 35 bini aştığı tahmin edilen kimsesiz Uygur çocuklar için kampanya başlattı.
Çinli ve Uygur gönüllülere çağrı yaptı:
“Bu çocuklar kaybolmasın. Bulalım, kurtaralım, Doğu Türkistan’a gönderelim.”
Bu çağrı binlerce insanın vicdanına dokundu.
Sonuçta:
Yaklaşık 5 bin çocuk kurtarıldı.
Ama Çin devleti, bu iyilik hareketine bile tahammül etmedi.
Dr. Tohtı, “bölücülük” ve “devleti parçalamaya teşebbüs” suçlamasıyla tutuklandı.
23 Eylül 2014’te, Urumçi’de kapalı bir mahkemede ömür boyu hapis cezası verildi.
Uyghurbiz.com kapatıldı.
Kampanya sona erdi.
4. Ve O Günden Sonra…
O günden sonra:
O çocukları soracak kimse kalmadı.
O kadınları kurtaracak bir ses duyulmadı.
Çin devleti yalnızca insanları değil:
Vicdanı, umutları ve merhameti de susturdu.
Bugün hâlâ:
Organ ticareti,
Fuhuş şebekeleri,
Uyuşturucu ağları,
Doğu Türkistanlı mazlumların bedenleri ve hayatları üzerinden kazanç üretmeye devam ediyor.
5. İnsanlık İçin Son Sınav
Bu yaşananlar, sadece bir halkın değil, tüm insanlığın da testten geçtiği karanlık bir dönemdir.
“Çocuklar kayboldu, organlar satıldı, anneler susturuldu.
Ve dünya izledi.”
Sentetik Zehir: Çin’in Kimyasal Kıskacında Uygurlar
1. Çin Uyuşturucu Cenneti mi, Kobay Laboratuvarı mı?
2016 yılına ait Çin Devleti Uyuşturucuyla Mücadele Komitesi raporuna göre:
Yalnızca o yıl 102,5 ton uyuşturucu ele geçirildi.
Bu miktarın %77’si, Çin’de üretilen sentetik uyuşturucu tabletlerden oluşuyordu.
Aynı yıl Reuters, Çin’deki bağımlı sayısını 14 milyon olarak duyurdu.
Bu korkutucu rakamlar yalnızca bir halk sağlığı krizine değil, daha derin ve karanlık bir yapıya işaret ediyordu:
Uygurların bu kimyasal felaketin merkezinde kobay olarak kullanılması.
2. Bilimin Gölgesinde Zehir Üretimi: Zombi İlaçlar
Avustralya’da akademik çalışmalar yapan Çinli bir kimya profesörü, Zhang, ülkesine dönerek özel bir kimya şirketi kurdu.
Bu şirket, 3,4-metilendioksi metkatinon adlı yeni bir psikotrop madde üretti — halk arasında bilinen adıyla:
“Zombi İlacı.”
Aşırı dozda ölümcül,
Çin’de ise “yasal.”
New York Times, Haziran 2015’te yayımladığı araştırmada:
Sadece 2014’ün Mart–Kasım ayları arasında, Zhang’ın
193 kg sentetik uyuşturucu ihraç ettiğini,
Milyonlarca dolar kazanç sağladığını yazdı.
ABD ve Avrupa’da binlerce ölüme yol açan bu maddeler, artık eroinin bile ötesinde bir tehdit olarak kabul ediliyordu.
3. Zehirli Rota: Türkiye ve Uygurlar
Bu ölümcül maddeler yalnızca batıya değil, Türkiye’ye de kaçak yollarla sokulmaya çalışılıyordu.
Yakalananlar arasında:
Türkiye vatandaşları,
Uygur Türkleri,
Çinli kaçakçılar bulunuyordu.
Bazı Doğu Türkistanlı aileler, çocuklarını bu bağımlılıktan kurtarmak için Türkiye’ye gönderdi.
Ancak bazı gençler, burada da uyuşturucudan kurtulamayarak hayatlarını kaybetti.
Bugün İstanbul mezarlıklarında yatan bu gençler, Doğu Türkistan’daki sistematik çöküşün sessiz tanıklarıdır.
4. Dev Tesisler, Göstermelik Baskınlar
Çin’in Shian, Shenyang, Nanjing gibi büyük şehirlerinde dev kimya fabrikalarında bu tür sentetik maddelerin üretildiği biliniyor.
Zaman zaman devlet medyasında “polis baskınları” haberleri çıksa da, bu baskınlar simgesel ve göstermelik kalıyor.
2013 – DEA (ABD Uyuşturucuyla Mücadele İdaresi) verilerine göre:
Çin genelinde 309 fabrika ve atölye mühürlendi.
Ancak aynı yıl guidechem.com adlı kimya endüstri sitesine göre:
Çin’de 150’den fazla tesis, hâlen A-PVP, Flakka gibi ölümcül maddeleri üretmeye devam ediyordu.
Kaliforniya’daki küçük bir kasabada bu uyuşturucu nedeniyle ölenlerin sayısı: 18 kişi — kısa bir sürede.
5. Zehir Kralları ve Uygur Kobaylar
Shanghai’de “摇头丸 – yaotuwan” (coşku verici hap) adıyla pazarlanan bir tür sentetik madde, 57 ülkeye ihraç ediliyordu.
Bu üretimin başındaki isim:
Zhānglěi (张磊) adlı mafya lideri.
2013’te tutuklandı (ABD baskısıyla).
Ancak fabrikası üretime devam etti.
Hatta kapasitesini artırdı.
Bu çark yalnızca kimyasallarla değil, Uygur gençlerin bedenleriyle dönüyor.
Sentetik maddeler onlar üzerinde test ediliyor.
Kimi zaman “tedavi”, kimi zaman “ceza” adı altında.
6. Devlet Destekli Zehir Ekonomisi
Bu kimya sanayisi, Çin Komünist Partisi ile öylesine iç içe geçmiş durumda ki:
Sistemi ayakta tutan rüşvet ağı,
Görmezden gelinen hukuki boşluklar,
Bastırılan bilgi akışı,
bu yapıların durdurulmasını neredeyse imkânsız kılıyor.
Ve tüm bu sistemin en kırılgan halkası hâlâ Uygurlar.
Büyük Töhmet, Derin Sessizlik: Uygurların Yalnızlaştırılmış Dramı
1. Uyuşturucudan Suç Kodlamasına: Uygurlara Yapılan Bireysel İmha
Çin’in kimya sanayii, uyuşturucu üretimi ve bu maddelerin dağıtımını yürüten mafya ağları, Uygur Türklerini yıllardır hem kobay hem de kurban olarak kullanıyor.
Bu şebekeler:
Uygur çocuklarını deneylerde kullanmakla kalmadı,
Onları kurye, yankesici, hırsız ve fuhuş batağında “öncü suçlu” hâline getirerek,
Uygur toplumunu, sistematik biçimde “suçlu halk” olarak kodladı.
Çin’in merkezî ve yerel medyası, planlı ve sürekli bir şekilde Uygurları:
“Suç üreten”,
“Tehlikeli”,
“İstenmeyen”
bir halk olarak gösterdi.
Doğu Türkistan’a hiç gitmemiş, bir Uygur ile hiç karşılaşmamış Han Çinlilerinin zihnine, bu nefret: bilinçli, programlı, ideolojik olarak işlendi.
2. Algı Operasyonu: Sessiz Soykırım, Coşkulu Alkış
Bu algı operasyonları, yalnızca Uygur soykırımını gizlemekle kalmadı; aynı zamanda Çin halkını bu vahşeti onaylamaya, hatta alkışlamaya yönlendirdi.
Artık bu politikalar sadece devlet eliyle değil; toplumun sessiz – hatta kimi zaman coşkulu – onayıyla sürdürülüyor.
3. Sistematik Sessizlik, Utanç Verici Yalnızlık
Doğu Türkistan’da yürütülen bu yok etme savaşı, yalnızca Çin devletinin değil; aynı zamanda onunla iş birliği içindeki:
Yeraltı mafyalarının,
Propaganda medyasının,
Sosyal medya algoritmalarının,
Sistematik yalan makinelerinin
ortak ürünüdür.
Hepsi birlikte çalışmakta, adeta bir “imha mekanizması” gibi işlemektedir.
4. Neden Hedefte Uygurlar?
Uygurlar sadece:
Müslüman oldukları için değil,
Türk oldukları için değil;
Aynı zamanda:
Kadim bir kültürün taşıyıcısı,
Dirençli bir kimliğin simgesi,
Kendi toprağında dik duran bir halk oldukları için hedef alınmaktadır.
Uygurlar, bin yıllardır:
İslam’a sadakatleriyle,
Türk kimliğine bağlılıklarıyla dimdik durmuş bir halktır.
Ama bugün, bu halkı dünyada yalnızca Türkiye Cumhuriyeti kısmen sahiplenmiş durumdadır.
Ne İslam âlemi,
Ne Türk dünyası,
Ne de insanlık ailesi…
Hiçbiri Uygurların sessiz çığlığına tam anlamıyla kulak vermemektedir.
5. Diplomatik Sessizlik: İhanetin Diplomatik Hali
Birleşmiş Milletler’in salonlarında,
Uluslararası mahkemelerde,
İnsan hakları platformlarında…
Uygurlar için gerçek anlamda adalet arayan tek bir devlet dahi çıkmamıştır.
Sokaktaki Anadolu Türkü,
Arap dünyasındaki vicdanlı birkaç entelektüel…
Belki hâlâ bu çığlığı duyuyor.
Ama bu sesler dağlarda yankılanıp kaybolan zayıf ama samimi birer fısıltıdan ibaret kalıyor.
6. Devlet Terörü: AİDS ve Uyuşturucu ile Biyolojik Soykırım
Çin devleti, yalnızca silahla değil;
Uyuşturucu ve AİDS gibi onur kırıcı, biyopolitik yöntemlerle bir halkı hem bedenen hem ruhen çökertmeye çalışıyor.
Bu artık:
Klasik bir işgal değil,
Modern bir Nazi metodolojisiyle işleyen çok katmanlı bir soykırımdır.
Bugün Uygurlar yalnızca işgalin değil; iftiranın, karalamanın, dışlanmanın da hedefidir.
Çin devleti, Uygurları:
“Terörle iltisaklı”,
“Radikal”,
“İŞİD sempatizanı”
etiketleriyle damgalayarak, dünyadan tecrit etmektedir.
Oysa Uygur halkının tek suçu:
Kimliğine, inancına ve onuruna sahip çıkmaktır.
7. Sessizliğin Utancı, Tarihin Yargısı
Dünyanın gözü önünde, yıllardır süren bu:
Yavaş,
Sistematik,
Yüksek teknolojili,
Çok katmanlı soykırım;
bir gün tarihin önüne çıkacaktır.
Ama o gün gelene kadar, kaç nesil daha kaybedilecek?
Uygurlar yalnızca:
Çin’in saldırısıyla değil,
Dünyanın suskunluğuyla,
Dost bildiklerinin ilgisizliğiyle
ezilmektedir.
“Uygurlar, sadece hedef alınan bir halk değil;
Sessizlikle ortak olunan bir suça kurban gidiyor.”
8. Zehir Ekonomisi ile Güvenlik Bürokrasisi Arasındaki Kirli İttifak
Çin’in sentetik uyuşturucu üretimi yalnızca ekonomik bir faaliyet değil; aynı zamanda bir sosyal kontrol ve bastırma aracıdır. Bu sistem, güvenlik bürokrasisi ile kimya sanayii arasında kurulan örtülü bir ittifakla yürütülmektedir.
Uyuşturucu üretiminde kullanılan kimyasallar devlete bağlı fabrikalarda üretilmekte,
Üretim yapan mafya benzeri yapılar, yerel yönetimler ve polisle organik ilişkiler içindedir.
Sentetik uyuşturucuların testleri ve dağıtımı sürecinde özellikle Uygurlar gibi marjinalize edilmiş halklar tercih edilir. Bu yapı:
Direnen halkları bedensel ve zihinsel olarak çökertmeyi,
Suçla ilişkilendirerek toplumsal desteği kırmayı,
Aynı zamanda ekonomik kazanç elde etmeyi amaçlamaktadır.
Bu sistem, klasik bir “narkotik suç şebekesi” değil; devlet destekli bir biyopolitik kontrol modelidir.
9. Uluslararası İlaç ve Kimya Şirketlerinin Gölgesi
Çin’de üretilen bazı sentetik maddelerin, uluslararası farmasötik firmaların dolaylı tedarik zincirleriyle kesiştiğine dair giderek artan endişeler bulunmaktadır.
Klinik test verileri,
Deney sonuçları,
Moleküler bileşim örnekleri
bazı çok uluslu ilaç devleriyle, doğrudan bağlantılı araştırma merkezlerine aktarılmış olabilir.
Bu bağlar çoğu zaman:
Üniversite projeleri,
“Tıbbi yenilik” odaklı hibeler,
Dolaylı iştirakler yoluyla gizlenmektedir.
Böylece Çin’in ürettiği toksik maddeler, bazı Batılı şirketlerin laboratuvarlarında
“araştırma verisi” olarak değerlendirilebilmekte, etik sınırlar fiilen aşılmaktadır.
Bu maddelerin uluslararası dağıtımı ise, yasaların gri alanlarını kullanan tedarik sistemleri sayesinde gerçekleşmektedir.
10. Uygurlar Üzerinde Test Edilen Maddelerin Küresel Yayılımı
Uygurlar üzerinde test edilen ve “rehabilitasyon” adı altında kullanılan sentetik maddeler, zamanla Çin sınırlarını aşarak:
Batı metropollerindeki gençlere,
Orta Asya’daki düşük gelirli bölgelere,
Türkiye gibi transit noktalara yayılmıştır.
Bazı maddelerin ilk “reaksiyon testleri”, Çin’in kontrolündeki ceza kamplarında, özellikle mahkûm Uygurlar üzerinde yapılmıştır.
Elde edilen sonuçlar:
Moleküler düzeyde modifiye edilmiş,
“Yasal gri alan”dan geçirildikten sonra,
Online satış platformları veya sahte laboratuvarlar üzerinden tüm dünyaya yayılmıştır.
Bu maddeler, genellikle:
Ucuz,
Kolay taşınabilir,
Hızlı etki eden ama ağır hasar bırakan türlerdir.
Ve her bir dozda, yalnızca bağımlı bırakılan bir birey değil; aynı zamanda bir bütün halk üzerinde yürütülen biyolojik savaşın sonucu taşınmaktadır.
İlk yorum yapan siz olun