Uygur Türkleri ve Hanler: bir Dünya, iki âlem
Çin’in batısındaki Doğu Türkistan’da iki halk da aynı topraklarda yaşıyor, ama yaşamlarındaki farklılıklar bundan daha belirgin olamaz.
İki ayrı halkın yan yana ancak paralel evrenlerde yaşadığı bir dünya düşünün. Biri saatini Pekin saat dilimine diğerini ise iki saat sonra Orta Asya’ya (Urumçi saat dilimine) ayarlıyor. Han Çinlileri ötekinin umudunu, hayallerini ve can atmalarını tamamen görmezden gelir ve ilgisizdir. İki grubun kültürel ve sosyal çevreleri çeşitli ilkeler tarafından yönetiliyor. Bu, onların barış içinde bir arada yaşamalarını imkânsız hale getiriyor. Bu nedenle hükümet, hedeflerine ulaşmanın tek yolunu, mevkiine tehdit oluşturabileceği düşünülen herkesi kelepçelemek ve hapse atmak olarak belirlemiş durumdadır.
Bu yer, Çin’in batısındaki sözde özerk bölge olarak adlandırdığı Müslüman Sincan (Doğu Türkistan) bölgesidir. Türkler, Sincan (Doğu Türkistan)’daki genellikle Müslüman olan bir halktır. Çoğunluğu ise Çin’e göre azınlık sayılan Uygur Türkleridir. Onlar, batıdaki Müslüman komşuları olan beş Orta Asya ülkesiyle daha fazla ortaklığa sahipler. Bu durum Başkan Xi Jinping’in yönetimindeki bir Çinlileştirme sürecini hızlandırmış olan ateist ve sözde Konfüçyüs Pekin’le ise de tam tersinedir. Fikirlerini anlatmaya çalışan ve nadiren de militan olan bir Uygur türkü bağımsızlık hareketi, Pekin’le ilişkileri de karmaşıklaştırdı ve Sincan (Doğu Türkistan)’ı Çin’in vazgeçilmez bir parçası olarak gören çoğunluk Han Çinlilerinden uzaklaştırdı.
Geçtiğimiz dört yıl boyunca tırmanan Uygur türkü şiddet olaylarının çoğalmasından sonra, zalim politikalarıyla Tibet halkını bastırarak yeni başarılar elde eden Chen Quanguo, eğilimleri durdurmak için Sincan Komünist Partisi sekreteri olarak getirildi. Onun Ağustos 2016’de gelişi hükümet tarafından heyecanlı bir “başarı” olarak takdim edildi. Onun görevi başlamasından bu yana, son bir yıl içinde milyonlarca Uygur Türklerini yargısız ve haksız bir biçimde hapsetmek ve kalanları dehşete düşürmek yoluyla, “sorunlu bölgeye barış ve istikrar” getirildi. Bu durum, Chen’i insan hakları aktiviteleriyle ve dünya görüşleriyle çatışma rotasına getirdi. Ama bu onun, hükümet tarafından bölgeyi ele geçirdikleri iddia edilen İslam aşırıcıları ve ayrılıkçılar temizlemek bahanesiyle “tümörleri ortadan kaldırma ve virüsleri yok etme” adıyla sürdürmekte olanlarını durdurmak için çok yetersizdir.
Şimdilik hapis dışında olan Uygur Türkleri, hayatının her alanına girmiş ve her yere yayılan radarlar altında yaşamak zorundadırlar. Onlar için yaşam, bir türlü hayatta kalma veya Orwel’ce recmin pislik çukurlarına düşene kadar gözetleme noktalarını atlatabilme mücadele cereyanına dönüşmüştür.
Öyle görünüyor ki, üniversite profesörleri, yol süpürücüler, cerrahlar ve esnaflar diye ayrıt edilmeksizin hiç kimse kara günlerden kurtulamıyorlar ve ortadan kayboluyorlar.
Ancak tüm bunların garip yanı ise, Uygur Türklerin akşamları yere basan ayakları titriyor, çok sık ve yaygın olan telefon kontrollerinden kaçınmak için yolun karşısına geçmek ve arkadaşlarıyla kodlu konuşmak zorunda kalıyorken Sincan (Doğu Türkistan)’daki onların hemşerileri olan Han Çinlileri için bunlar, her zamanki gibi oldukça gereksiz işler sayılır.
Kazakistan havaalanında uçak dolusu bagajları taşıyan Han Çinlisi olan tatilciler ellerinde Dubai havalimanından satın alan gümrüksüz satın alınan çantalarıyla Urumçi’ye gidecek uçağa binmek için sıra bekliyorlar. Görünüşte çok normal olan bir olay, ama Uygur türkü hemşerilerinin durumuyla yan yana düşünüldüğünde şok ediciydi. Bu günlerde tüm Uygur Türkleri sadece pasaportlarından mahrum kalmakla yetmiyor, aynı zamanda “Dubai” sözcüğünü bile söylemeye cesaret ederse, oralara gittiklerini veya gitmek istedikleri kabul edilirse ya da oralarda kalan aile üyeleri tarafından bir telefon veya mesaj aldıklarında birkaç dakika içinde kapısı çalınır ve ortadan kayıp olurlar. Dubai (Türkiye de dahil) Çin hükûmetinin 26 hedef ülkeleri içindedir. Bu yerlerin Uygur Türkleri tarafından ziyaret edilmesi veya sadece ilişki olan bir kişinin oralarda bulunması, doğrudan (NAZİ) eğitim kamplarına atılmasına hatta daha da kötü sonuçlara yol açabilir. Eğer herhangi bir Uygur, ilk başta pasaport el koyma hareketine yakalanmayıp listedeki herhangi bir ülkeye gitmiş ve geri dönmeye cüret ederse, onlar, kenara çekilip özel bir odada sorgulanmadan Urumçi havaalanından dışarı çıkamayacak ve eğitim kamplarına gönderilirler. Onlara mahkeme davası, hukuki temsil, aileye çağrı, itiraz etme ya da nedenini sorma şansı verilmeyecektir.
Kendi işleriyle uğraşmakta olan sıradan Uygurlarla gün geçtikçe yükselen Han Çinlileri arasındaki bir uçurum var. Bir Han Çinlisi için çok akışlı bir şehirlerarası alakalar, bölgenin güneyindeki Uygur Türkleri için çok uzun ve zor bir yolculuk oluyor. Halk otobüslerinden indirilip kimlik ve telefon kontrolleri yapılmalar, akrabalarından birinin tutuklanmasının kendileri için bir kara işarete neden olup olmadığı kaygılarıyla geçen sınır bozucu anlar …bu deneyimler, şe gidip gelen bir Uygur için yolda karşılaşacağı genel bir süreçtir. Motosikletli bir yoldan geçerken polis tarafından yol kenarına çekilir ve kimlik kontrolü yapılıp bagaj sandıkları incelenir. Kendi evlerine giriş bile yüz tanıma kameraları ve başka kimlik analizleri, çanta kontrolleri gerektiriyor. Çinli Hanlar ise geriye bile bakmadan geçip gidiyorlar.
Eşitsizlik hakkında sorgulandığında, birçok Han, ateşsiz duman olmadığını ve yapılan tutuklamaların genellikle haklı olduğunu savunuyorlar. Onlar hükümetin yalanlarını yuttular. Onlara göre, bir bölük insanların zahmeti bedeline bölgeye sakinlik getirilecekmiş. Yanlışlıkla haksız tutuklamalardan doğan şanssızlıklar olsa bile sonraları düzeltilecekmiş.
Fazla refah ve yurtdışına seyahat imkanları olan Çinli gençler için dünyayı gezmek, hafifçe kanatlarını çırpmak anlamına geliyor. Hatta bazıları uzak yerlere yalnız geziyorlar ve arkadaşlarını kıskandırmak için masallarla geri dönerler; ebeveynlerinin hayal etmeye bile cüret edemediği fırsatlara sahiptirler. Ancak genç Han, Avrupa ve Güneydoğu Asya’ya yaptıkları son geziler hakkında canlandırıcı bir şekilde övünürken, Uygur hemşerisi oturup dinler: bir söz bile söyleyemez, ama asla gidemeyecekleri ülkeleri hakkında duyduklarından çok umutsuzluğa batarlar. Daha da kötüsü, eğer genç Uygur bu yabancı bölgeleri ziyaret etme arzusunu ifade ederse, eğitim kamplarına atılırlar ya da daha kötü sonuçlara gidebilir.
Kitlesel tutuklamalar başlamadan önce, birçok Uygur Türk’ü ebeveynler arasında çocuklarını ateist devlet okulundan tamamen uzaklaştırmaya yönelik bir eğilim vardı. Ebeveynler çocuklarını yabancı dil okullarına göndermeye çalışırlardı ve yavrularının eninde sonunda yurtdışına kaçmasını umuyorlardı. Yabancı dil eğitim kapılarının kapanmasıyla, bu gençler artık hiç okuma yazmayı bilmediği ikinci bir dil olan Çince eğitim ortamında dünya ile ilişkisi kesilen adada kalmış gibi bırakıldılar. Hiçbir diploma da elde edemiyorlar. Bazıları, ideolojik eğitimin egemenliğine rağmen, eninde sonunda da yüksek lisans veya doktora programı için yurtdışına kaçmayı umut ediyorlar. Ancak tüm Uygurlar, pasaportlarının el konulmasının ardından gerçek anlamda sıkışıp kaldılar ve bu günlerde yurtdışı seyahat etme ya da yabancı bir dil öğrenme arzularının dile getirilmesi bile binlerce gencin yeniden eğitim kamplarında tutulmalarının nedeni olabilmekte.
Çinli Han ile Uygur Müslümanları arasındaki uyuşmazlıklar gün geçtikçe artmaktadır. Sadece Uygur Müslümanların DNA, kan grubu, parmak izleri ve yüz karakterleri gibi bilgileri hükümet tarafından toplanır. Sadece Uygur Türklerin evleri haftada birkaç defa silahlı polisler tarafından ziyaret ediliyor, dini yazılar için evleri arınıyor, evlerinde, herhangi bir İslami yazılar ya da süsleme resimlerin olup olmadığı kontrol ediliyor, hem de kapılarının arkasına polis tarafından QR kodları asılarak düzensizlik durumu belirtiliyor. Sadece Uygur Türkleri, evine ziyarete gelen sadece akraba ve arkadaşlarıyla değil sokakta karşılaştığı komşularıyla konuştukları, geldiği ve ayrıldığı tarih ve vakit gibi detayları içeren bir not defteri tutmak zorundadır. Pekin’de yetkililer artık sadece muhalefetin az ölçüde radikalden oluştuğunu iddia etmiyor. Kaşgar’daki bir parti yetkilisi, “yabani otları tek tek yolmak imkânsız. Hepsini aynı anda yok edebilecek kimyasallara ihtiyacımız var” diyor. Kimse muaf değil.
Her Uygur, bir gözetim mikroskobu altındadır. Arabalarında uydu navigasyonu kurmaya ve telefonlarına özel Jingwang Weishi uygulamasını yüklemeye zorlanıyorlar. Bu uygulama, telefonda geçen tüm bilgileri kontrol etmeden önce, polise cihazdaki tüm kimlik bilgilerini modelini ve sahibinin telefon numarasına gönderir. Hükümetin tehlikeli bulduğu içeriği bulduğunda kullanıcıyı uyarır. Telefonunuzu yanında taşıyamamanız, akıllı telefon kullanmayı reddetmeniz, uzun süre tamamen kapatmanız veya hatta telefonunuzu fabrika ayarlarına geri yüklemeniz şüpheli durum sayılır.
“Kaybolanlara” ait Uygur Türklerin evleri geri alınıp kilitleniyor. Her iki ebeveynin tutuklandığı çocuklar, bu amaçla alelacele hazırlanan devlet yetimhanelerine götürülüp yetiştiriliyor. Bütün Uygurlar, kapılarının her an polislerin kapılarını çalabilecek endişesiyle yaşıyor.
Hanler ve Uygurlar aynı topraklarda olmasına rağmen çok farklı iki âlemde yaşıyorlar. Hanlerin çoğunluğu insanlığın ortak yaşam sorunları olan her gün uyanmak ve kendi varlığını keyfini çıkarmak ile meşgul iken, onların Uygur hemşerileri ise kendilerinin insanlığı, kendileri ve çocukları için bir yaşam kurma hakları ve kendilerinin çok pahalıya gelen hayatları üzerindeki olağanüstü saldırılarla uğraşmaları gerekiyor. Sincan (Doğu Türkistan)’daki durum, 1930’ların sonlarında Avrupa’yı andırıyor ve hepimiz bunun sonucunu biliyoruz.
Thediplomat – Ruth Ingram
İlk yorum yapan siz olun