Mehmet Emin Hazret
Son yıllarda Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik ilişkiler tarihi bir seviyeye ulaştı. Çin, Türkiye’de 1300’den fazla şirkete ve 6 milyar dolardan fazla doğrudan yatırıma sahip. Yüzlerce fabrika, altyapı projesi, liman, enerji santrali, akıllı telefon üretimi ve elektrikli otomobil yatırımları derken Çin artık Türkiye ekonomisinin sessiz ama etkili bir ortağı haline geldi.
Ancak bu yatırımların artışıyla birlikte göze çarpan bir başka sessizlik daha var: Doğu Türkistan meselesine dair sessizlik.
Ekonomi Ne Kadar Derin?
2023’te Türkiye-Çin ticaret hacmi 48 milyar dolara dayandı. Ama bu ticaretin %90’ını Çin’in ihracatı oluşturuyor. Türkiye, Çin için sadece bir pazar değil; aynı zamanda Avrupa, Afrika ve Orta Doğu’ya açılan bir lojistik kapı. BYD gibi Çinli devler, Bir bilyar dolar sermaye ile elektrikli otomobil fabrikalarını Manisa’da, diğer Çin Otomotiv devi Chery bir milyar dolarlık sermeye ile Samsun’da fabrika kurarken, Alibaba gibi teknoloji devleri Trendyol’a ortak oldu. Çin, adeta üretip Türkiye’de paketleyip Avrupa’ya gönderen bir lojistik-bütünleme stratejisi yürütüyor.
Büyük Ortaklığın Gölgesinde Susturulan Gerçek
Tüm bu ekonomik entegrasyon, Türkiye kamuoyunda Çin’e yönelik eleştirilerin azalmasına neden oldu. 10 yıl önce her platformda tartışılan Doğu Türkistan’daki insan hakkı ihlalleri, toplama kampları ve dini baskılar artık medyada yer bulamıyor. Akademi sessiz, siyaset mesafeli, sivil toplum etkisiz.
Çin’in bu sessizliği “yatırım için sessizlik” stratejisiyle kazandığı ortada. Hükümet yetkilileri, şirket sahipleri ve hatta medya temsilcileri, Çin’e karşı söylemlerin ekonomik ilişkileri zedeleyebileceği gerekçesiyle susuyor ya da susmak zorunda kalıyor.
Küresel Stratejinin Türkiye Ayağı
Çin’in “Kuşak ve Yol” inisiyatifi için Türkiye, Avrasya geçişinin kalbi. Demiryolu hatlarından limanlara, mobil teknolojiden enerjiye kadar her yatırım sadece ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir satranç hamlesi.
Çin, Türkiye’deki etkisini ekonomik yönden artırdıkça, Doğu Türkistanlı aktivistlerin sesi, alanı, hatta varlığı daralıyor. Ulusal güvenlik, ticari hassasiyet ve diplomatik çekinceler adına bir halkın soykırım koşullarındaki dramı görmezden geliniyor.
Çin, Türkiye’yi sadece bir yatırım noktası olarak görmüyor; aynı zamanda kendi çıkarlarına sessiz kalan bir ortak olarak konumlandırmak istiyor.
Ticaretin sesi yükseldikçe, Çin zulmüne dair şahitlerin sesi kısılıyor.
Bu yazı, ekonomik gerçeklerin ötesinde çok daha insani bir soruyu gündeme getiriyor:
Bir halkın sesi ne zaman yatırım kadar önemli olur?
İlk yorum yapan siz olun