ÇİN DEVLETİ’NİN UYGUR TÜRKLERİNE KARŞI BAŞLATMIŞ OLDUĞU ZULÜM KAMPLARI HAKKINDA BİZE BİLGİ VEREBİLİR MİSİNİZ?
Çin’in genel olarak sınırları içindeki veya etkisi altına aldığı, farklı bütün milletlere, özellikle de Uygur Türklerine yönelik uyguladıkları acımasız politikaları Çinlilerin zihniyetinde var olan, ötekileri yönetme düşüncesinden beslenen ‘fark = tehdittir’ anlayışından kaynaklanıyor. Çünkü Çin Halk Cumhuriyetindeki mevcut Çinli olmayanlar içinde sosyal ve kültürel açıdan en keskin fark, Uygurlarda mevcuttur. Dilde, dinde kültürde, zihniyette ve dolayısıyla davranışlarında, milli hafızalarındaki bu büyük fark Çinliyi çok rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın temeli, bahsedilen Konfüçyüs düşüncesindeki ‘fark = tehdittir’ anlayışıdır.
1990 sonrasında SSCB’nin parçalanması ile artan küreselleşme ve sağlanan iletişim olanakları aslında cihan Türklüğü arasında ister Doğu – Batı Türkistan, İdil – Ural – Kafkasya ve Anadolu hattında muazzam bir etkileşime sahne olmuştur. Doğu Türkistan’ın esas yerlisi olan ve bugün adlarına Uygur denilen yerleşik kültürü en güçlü olan Türkler neredeyse iki asırdır devam ettirdikleri bağımsızlık ve Türkistan düşüncesini şuurlarında daha güçlü ve gür bir şekilde canlandırmaya başlamıştır. Bunun farkında olan ÇKP (Çin Komünist Partisi) yönetimi 1994’ten bu yana yürürlükte olan anayasası dâhil, dini inançlar yasası, dil – yazı yasası ve özerklik yasası başta olmak üzere bütün yasaları Doğu Türkistan’da rafa kaldırarak bölgeyi adeta hukuksuz siyaset ve şovenizmle yönetmeye başlamıştır. Bu bağlamda, dini inançlar 1994 yılında kademeli olarak yasaklanmaya, toplumsal ve bireysel yaşamdan silinmeye başlanıyor. Başlangıçta 18 yaşından küçükler herhangi dini faaliyette bulunamazlar, devletten maaş alanlar dini faaliyetlere katılamazlar, kadınlar dini faaliyet mekânlarına gidemezler tarzında uygulamalar ile başlıyor ve gündelik dilde insanların adlarında dahi İslami unsurların yasaklanmasına kadar genişletiliyor… Fakat ÇKP bir türlü amacına ulaşamıyor. Çin şunu görüyor: “Dinini zayıflattık, dini eğitim kurumlarını tamamen kapattık, aydınları okumuşları seküler oldu, dinsizleştirme belli bir yere vardı fakat bu insanların bize karşı mesafesi niye küçülmüyor?”
İkinci aşamada ise milli kültür hedef haline geliyor. Kültür kavramına baktığımızda en önemli unsurlardan birinin dil olduğunu görürüz. 2003’te Çin yasasına göre Uygur Türkçesini (Aslında özerk bölgede birinci dil Uygur Türkçesi) tüm eğitim kurumlarından dışlayan bir uygulama getiriliyor. Sözde “Çift Dilli Eğitim” adı altında tek dilli Çince eğitim – öğretimi üniversitelerden başlayarak ortaokul ve lisede uyguluyorlar ya da zorla uygulatıyorlar. Daha sonra ise ana okul ve kreşler. Bu süreçte dilin tüm toplumdan izole edilmesi amaçlanıyor.
Buradaki tek amaç bölgenin çok hızlı bir şekilde Çinlileştirilmesidir. Çinlileştirilme karşısındaki en büyük engel din, kültür ve buradan beslenen zihniyet ve milliyet anlayışı. Bütün bunlar olurken ÇKP Uygur’un sosyal – kültürel yapısını zorla değiştirme ve tahrip etme amacına bir türlü ulaşamıyor. Çünkü Uygur Türk nüfusunun %80’i kırsalda yaşıyor.
2003’ten sonra Uygurların sosyal – kültürel dokusunu bozmak için kırsaldaki 16 ila 22 yaş arasındaki evlenme çağında olan Uygur kızları zorunlu olarak Çin’in içine sanayi bölgelerine köle işçi olarak transfer etmeye başladılar. Bu uygulama Uygurlar arasında büyük huzursuzluk yarattı. Çünkü evlenme yaşına gelen bekâr kızlar evinden başka yerlere her ne bahane ile olursa olsun gidemezler. Hele hele 7-8 bin km uzaktaki Çin’e para kazanmak için gitmez, parayı erkekler kazanır getirir. Bunların hepsi Uygurların hassas noktaları. ÇKP yönetimini bütün bunları isyan etsinler de üzerine gidelim diye yaptılar. Ve nihayetinde bir sürü sorunlar yaşandı. Uygurlardan karşı gelenlere acımasız bir şekilde sindirme, dindirme, öldürme politikası güdüldü. 26 Haziran 2009’da Çin’e gönderilen kızlara yönelik tacizden dolayı Çin’in güneyindeki Shaoguan şehrinde Çinli işçilerin Uygurlara yönelik büyük bir taciz saldırıları oldu. Bu da tam Abdullah Gül’ün Çin’i ziyaret ettiği güne denk geldi. Çok sayıda Uygur işçiler öldürüldü ve yüzlercesi yaralandı. Aradan bir hafta geçmesine rağmen resmi makamlardan herhangi bir açıklama yapılmayınca, 5 Temmuz 2009’da Urumçi’de öğrenciler hak arayışı için Çin bayraklarıyla özerk bölge yönetiminin önüne gidip Uygurların haklarının korunması ve kızların transferinin durdurulması için barışçıl bir gösteri yaptı. Bunun üzerine önceden hazırlanmış silahlı birlikler orantısız bir şekilde Uygurlara saldırdı, neticede ise 5 Temmuz Urumçi soykırımı başladı.
Şi Cinping döneminden itibaren içeriye ve dışarıya yönelik daha saldırgan ve milliyetçi politika izlemeye başlamıştır. Çünkü komünist parti sürekli ideoloji üretemediği için üyelerini kendi etrafına kenetlemekte başarısız oluyor. Şi Cinping iktidarından sonra (Bu da 2010’larda başlıyor 2013’te resmen iktidara geliyor) Yugoslavya’nın son dönemlerindeki Miloseviç’e benzer nasyonal sosyalist, milliyetçi, şoven görünüm sergilemiştir. İçeride bir düşman yaratması gerekiyordu. Hazırladığı tezgâhlar ile bunu da Peyderpey yaratıyordu, bu da Uygurlardı, iç güvenliği tehdit eden bölücü radikal terörist düşmanlardı. Dışarıda Senkaku adasından dolayı Japonlar, Güney Çin Denizi’ndeki sınır anlaşmazlıklarından dolayı Vietnam, Filipinler, Malezya gibi ülkeler ve dolayısıyla onların müttefiki olan Amerika.
ABD’nin Asya Pasifiğe dönüş stratejisinden sonra Çin güneyinde ve doğusunda denizden kuşatılmış hissine kapılmaya başladı. Çin iç güvenliğini de temin etmek için, ekonomik olarak yükselişini sürdürmek için yeni pazar, hammadde arayışıyla yeni İpekyolu projesi ve 21. Yüzyılda Deniz İpekyolu diye bir şey ortaya attı ve başlattı. Bu büyük bir stratejidir. Büyük bir stratejinin beklenen çıktıyı verebilmesi için Çin’deki Uygur sorunun temelli bitirilmesi gerekiyor. Yani Doğu Türkistan’ın tamamen Çinlileştirilmesi lazım geliyordu. Ama Uygurlar bir türlü Çinlileşmiyordu. Öteki Türk boylarını Çinlileştirmek daha kolay çünkü onların konar göçer olmayışı, çok fazla yerleşik kültürünün olmaması, örneğin onlar Çin restoranına gidebiliyor Çinliyle oturup içebiliyor ama Uygur içmiyor, yemiyor, her şeyde alternatif yaratıyor kendine göre ve özgüvenleri çok yüksek, sürekli direniyordu. Bu durum karşısında Çin Uygurları çözmeden yeni ipek yolu projesini dolayısıyla Çin’in genel güvenliğinin olmayacağını anlıyor. Bütün bir milleti cezalandırmak için daha önce belirli aile veya bölgelere uyguladığı cezalandırma kamplarını yaygın bir şekilde uygulamaya konuyor.
Şi Cinping iktidarından sonra kamp uygulaması 2016’da başlıyor 2017’de zirve yapıyor. 2017’den sonra bir millet, bir halk topyekûn cezalandırılma arefesine giriyor. Doğu Türkistan’da 2016 sonu 2017 Nisandan itibaren geniş ölçekte çok hızlı yapılan Nazi kamp uygulaması cihanda geçmişte veya gelecekte benzeri olmayan bir uygulamadır.
PEKİ, ZULÜM KAMPLARININ İÇERİĞİ HAKKINDA BİLGİMİZ VAR MI?
Çin Nazi kampı demiyor, eğitim öğretim ile dönüştürme merkezi diyor. Hatta son aylarda artan ABD baskısı ve Batı’daki eleştiriler sonrasında Meslek Edindirme Merkezleri diye isimlendirmeye başladılar. Çin’de yüzsüzlük bir kültürdür ve sanattır ne kadar yüzsüz ve arsız olursanız o kadar zengin ve statülü olabiliyorsunuz. Batı literatüründe bu toplama kampı concentration camp veya yeniden Çincenin tercümesi olarak reeducation camp veya beyin yıkama kampı olarak çok yaygın işleniyor. Şu an batının ana akım medyasında her gün haber makale analiz var. Uygur Türkleri bu acıyı bizzat yaşadıkları için buna bir isim takmakta zorlanıyor ve bildiği en azılı kamp Nazi kampı olduğu için Çin Nazi kampı diyorlar.
Çin Nazi kampı nasıl bir kamp? Şu an nasıl bir kamp olduğu hakkında çok net, birinci elden, orayı 360 derece dolanıp yayın yapan bir şey göremedik. Dışarıdan Batılı muhabirlerin gidip çektikleri, buradaki Uygurların ve Kazakların bir şekilde uzaktan gizlice çektikleri veya o kampın içinde yaşayıp oradan çıkan Kazakistan vatandaşı, Doğu Türkistan asıllı Kazaklar var. Bir de bu kamp yerini yüksek teknolojiyle gözetleyip araştırma yapan Almanya, Avusturya ve Amerikalı birçok saygın bilim adamları var. Bunların yayınladıkları çok kapsamlı raporlar var. Bu kamp nasıl dendiğinde bize ulaşan akademik yayınlardan şunu görüyoruz ki kampta şu an BM’nin açıklamasına göre bir milyondan fazla Uygur Türkü var. Çeşitli STK’lar ve bağımsız kuruluşlar, diasporanın verdiği bilgiye göre şu an bu rakam 4 ila 5 milyon arasında.
Yayınlarda üç çeşit kamptan söz edilmekte. Bu konuda yetkin araştırmayı yapan Almanya’da Adrian Zenz var. Bugün dünyada Çin Nazi kampı üzerinde en derin, geniş bilgisi olan kişidir. Onun araştırmasında 3 tarz kamp uygulaması var.
Birincisi eğitim öğretim merkezleri aracılığıyla merkezi dönüştürme kampları. Burada Çin dilini bilmemekten başka suçu bulunmayan, okur-yazar olmayan çiftçiler bulunuyor.
İkincisi hukuk sistemi okulları. Hukuk sistemi okullarına gönderilenler, evinde ya da telefonunda dini veya ayrılıkçı içerik bulunduranlardır. Yani telefonunda herhangi İslami bir şey bulundurması veya onların ayrılıkçı dediği mesela mavi renk dahi ayrılıkçı olmaya yeterli veya İsa Yusuf Alptekin isminin geçmesi ya da Türkiye ile ilgili Türk takımları veya Türk tişörtü, bayrağı, Kürşad ismi gibi şeyler. Bunlar hukuk sistemi, hukuk bilmiyor diyor çok güzel kapatıyor. Hukuk bilmediği için telefonunda, evinde hukuksuz şeyler bulundurmuş diyor. Oraya gönderiliyor. Üçüncüsü ise en ağır olan kamp.
Üçüncüsü Rehabilitasyon ve düzeltme merkezleri. Kim gönderiliyor buraya? Yurtdışında eğitim alanlar, 1 gün, 1 yıl ya da 10 yıl, geriye dönük son 10 yılda dışarıya gidenler. Daha ileriye kadar da gidebilir. Son 10 yıl içinde her hangi bir şekilde bir yabancı ile tanışıklık, görüşme, e-mailde haberleşme veya yurtdışında akrabası varsa herhangi bir şekilde irtibat kuranlar. Yabancı dil bilenler ve yurtdışında herhangi bir bağlantısı olanlar, hacca gidenler, seyahate gidenler. Çok ilginç, 2016’da Uygurların alması imkânsız olan pasaportlar yaygın dağıtıldı. Pasaport alması o kadar zorken, devlet kendisi birden gevşetti. Çok sayıda insana pasaport verdi ve yurtdışına gidebilirsiniz dedi. Devletin kendi seyahat şirketiyle gidenler dâhil, devlet memurları var. En basit örnek, Çin’in 1.liginde futbol oynayan Çin’deki en yetenekli futbolcu İrfan Hezim kendi takımı ile birlikte Avrupa’ya maça gidiyor. Maç oynuyor orda hatta meşhur oyuncu Messi ile fotoğraf çekinmiş, Çin medyası da boy boy basmış. Çocuk yurtdışından dönüp annesiyle görüşmeye Türkistan’a geliyor ve orada tutukluyorlar. Bu çocuk şuan Nazi kampında esir, en ağır işkence kampında.
Bu kampların kapıları çok büyük, kimileri 10 bin hatta 100 bin metrekarelik alanda kapalı yeniden inşa edilmiş, hapishane benzeri komplekstir. Güçlendirilmiş güvenlik kapıları ve duvarları var. Yüksek duvarlar, demir çitler ve her 10 metrede bir gözetleme kulesi ve asker var. Güvenlikli arama sistemleri var. Bu nedir? Tüm vücut tarama ve gözden tarama. Ve içinde tam teşekküllü, teçhizatlı her an savaşa hazır askerler bulunmakta. Bunun üzerine ABD Çin İşleri Yürütme komisyonu şunu diyor “gezegenimizdeki bir azınlık nüfusun kitlesel ve toplu hapsedildiği en büyük hapishane”.
James Palmer Foreign Policy dergisinin Asya muhabiri Pekin’de oturuyor. Onun twitter’ında paylaştığı (7 Mayıs 2018 tarihli ileti) kampların uygulanmaya başlandığından sonra bir ay geçtiğinde Urumçi’ye gidiyor ve diyor ki “Muhtemelen milyonlarca Uygur toplama kamplarına sokuldu. Urumçi’de genç erkekler neredeyse kayboldu.”
Şi Cinping şöyle diyor bu kamplarla ilgili olarak “Uygurların kimliğini Çin milliyeti, Çin vatanı, Çin dili, kültürü ve Çin tarzı sosyalizm ile yeniden şekillendireceğiz.’’ Yani yeniden format atıyorum diyor.
Uygur memurlara öyle zorlama getirildi ki… Bu olay geçenlerde Türkiye’de azıcık medyaya yansıdı. İslami isimlerin kullanılması, konulması zaten yasak, konulmuş olanların değiştirilmesi zorla değiştirilmesi istendi. Öyle zorlama geldi ki kendi Türkçe Müslümanca ismini bırakıp kendine Çince isim almak orada yükselişte ya da ÇKP’nin gözüne girmede veya hayatta kalmada önemli ön şart haline getirildi. Ve onu yaygınlaştırdı. Urumçi Belediye Başkanı olarak seçilen Yasin İsmail, 20 Ağustos 2018’ de şöyle bir beyanat veriyor, “Uygurlar Köktürklerin evladı değildir, günümüzdeki Türkiyeliler ile hele hiçbir alakası yoktur. Uygurlar büyük Çin milletinin parçasıdır”. Yani böyle bir beyanat vermek mecburiyetinde bırakılıyor. Gözaltı süresi için deniliyor ki 3-5 gün, 2-3 ay ondan sonra bırakılır. Ama bugüne kadar bu sürede bırakılanlar olmamış. Çıktıktan birkaç gün, birkaç hafta, maksimum birkaç ay sonra ölüyorlar.
Az zararlı denilen kişilere şöyle bir uygulama yapılıyormuş: Gündüz alınıyor, akşam bırakılıyor. Gündüz devamlı o kamp içinde zorunlu beyin yıkama derslerine devam ediyor. İslamiyet’e yönelik eleştiri, hakaret, komünist parti propagandası ve Çin milleti ile ilgili slogan ezberletme. Bugün benim bir öğrencim geldi. Uluslararası ilişkilerde okuyan bir kız varmış, Türkistanlı, 2016 yaz tatilinde akraba ziyaretine gitmiş tutuklanmış. Sonra bu kız o kampa alınmış. Kampa alındığı yerde Avustralya vatandaşı bir kız varmış Uygur Türkü. Avustralya vatandaşı kızın anlattığına göre orada adı geçen partinin Uygurların geçmişini tamamen silip yerine yeni bir kimlik oluşturmakla ilgili zorunlu ezberlenecek bir takım metinleri varmış. Orada kızcağız onu tam ezberleyemediği için, Çincesi de iyi değil, bilmiyor. Ayağını kırmışlar, kız tamamen felç olmuş, ayağının üzerine basamıyor, ölmek üzere olduğunda hastaneye çıkartılmış, biraz kendisine geldiğinde dışarıya çıkartılmış. Bu gibi bir çok haber gelmeye devam ediyor.
Mutlak çoğunluğu, kötü şartlarda ve çok kalabalık mekânlarda tutuluyor. Çocukların önemli bir bölümünün anne ve babası kampta olduğu için dışarıda sahipsiz yapayalnız kalıyor. Oradan da yetimhanelere alınıyor, tamamen Çinlilere veriliyor. Ve orada bu çocuklar dönüştürülmeye çalışılıyor. Sosyal medyaya çok yansıyan bir resim vardı. Çocuğun ana babası kampa alınıyor, çocuğa bakacak kimse yok, çocuk orada ufacık dere bile değil arıkta su ile oynarken düşüp ölüyor ve birileri çıkartıyor derenin kenarına bırakılıyor. Türk olduğu için Aylan bebek kadar medya ve siyaset gündemine girmedi, sonra bu da geçiştirildi gitti.
Bir Uygur kız namaz kıldığı için 10 yıllık hapse çarptırılıyor. Bu haberler oradaki gerçeklerin az bir kısmının buraya yansıması. Bu kamplarda şöyle bir şey de var, Çin sosyalizmini yücelten müfredat çerçevesinde Çin dili kültürü, milli marşını öğrenmek zaten girişteki mecburi tutulan şartlardan ilki, İslam’ı reddetmesi, kendilerini, sevdiklerini durmaksızın eleştirmesi, partiye yüksek sesle methiye okuması, bunların hepsi zorla yaptırılıyor.
Geçenlerde Çinlilerin çektiği fotoğraflar yayınlandı, Çinlilerde tuvalet geleneğinde etrafta duvar olmaz, alaturka tarzında her yeri açık olur. Bizim Uygurlar bunu kabullenemez, yapamazlar. Ve bunları zorla hatta kadın, erkek aynı yerde olan bu tarz bir tuvalet kullandırılıyor ve orada kamera var. Banyo yapılması gereken yerlerin hepsinde kameralar bulunmakta. Ayrıca bu banyo yapılması gereken yerler pis ve iğrenç. İtaatsiz ve dik başlı olanlara yönelik aşırı derecede işkenceler yapılmakta.
Türkiye’ye kaçarak gelen Kazakistan vatandaşının tanıklık ederek verdiği bilgiler var. Elini ve ayağını domuz bağı yapıp, elinden ayağından asma ve tecrit etme, yemek vermeme veya domuz eti yemeye zorlama, demirden elbise giydirme, kafalarını buzlu suya sokma şeklinde çeşitli işkenceler yapılıyor.
Orada çıldıran, kafayı yiyen, intihar edenlerin yanında, intihar teşebbüsü edip de intihar edemeyenlere yönelik başka muameleler var.
Çin kamu güvenlik bakanlığının verdiği bir direktif bununla ilgili diyor ki “Uygurların diline rehberlik edilerek, hukuk öğretimi, beceri eğitimi, psikolojik müdahale benzeri yöntemlerle, öğretim yoluyla dönüşümünü sağlanmalı. Onları kökten değiştirerek hedeflenen sağlıklı bir halk tutumu içine sokmalı.”
Bu süreçte ölenlerin cenaze namazı kılınması yasaklanmış, kimilerinin cesetleri ise doğrudan ceset yakma merkezlerinde yaktıkları biliniyor. Batılı medyalarda yansıyan görüntülerde Doğu Türkistan’da son yıllarda devasa ceset yakma merkezlerinin inşa edildiği bilgiler var.
UYGUR TÜRKÜ ÂLİMLERİN, HOCALARIN DA TUTUKLANARAK KAMPLARA GÖTÜRÜLDÜĞÜ SÖYLENİYOR. AYNI ZAMANDA KAMPLARDA ÖLEN İNSANLAR VAR. BU KONU HAKKINDA NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Kampta tutulan öldürülen o kadar çok insanlar var ki bir kısmı Türkiye medyasına yansıdı. Mesela şu adam büyük bir ulema, Allame Muhammed Salih 86 yaşında tutuldu ve orada öldürüldü, Halmurat Gafur’da kendisi ÇKP tarafından yükseltilen ve tıp üniversitesinin rektörü idi. Geçmişinde milliyetçi tutum varmış diye içeriye alınıyor ve işkence ile öldürülüyor.
Türkler dünyasının yaşayan efsane ozanı, Halk sanatçısı Abdurrehim Heyit şimdi orada hapiste. Kadın profesör folklorcu Rahile Davut, benim çok yakın arkadaşımdı, kayboldu kayıp hiç haber alınamıyor. Doğu Türkistan’daki en büyük üniversitenin rektörü Taşpolat Teyip ikiyüzlü olmakla, devlete sadakati yetersiz olmakla suçlanıp şuan idam cezası verildi. Gecikmeli olarak icra edilecek idam cezası. Ve nice bilim insanları…
SON OLARAK DURUM İLE İLGİLİ NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Şimdi bütün bunların hepsini toparladığımızda bölgede bir insanlık dramı yaşanıyor. Bu dramda Türklük, Müslümanlık gibi şeyleri bir kenara bırakabiliriz, insanlık dramı yaşanıyor. Ve bugün bu insanlık dramına Aliya’nın, “Biz en kara günümüzde zor günümüzde yanımızda olması gerekenleri görmedik, onları görememek bizleri çok üzdü” tarzında bir sözü var. Doğu Türkistanlılar bugün aslında Türklüğün doğu kalesinde bekçilik yapan adeta serhadtaki fedailerdir, İslam’ın da doğu kalesidir orası.
Şu an Çin aslında Uygurlardan çok bir şey istemiyor, iki şey istiyor dilinden ve dininden vazgeçmek. Dilinden dininden vazgeç sen bizim birinci sınıf vatandaşımızsın diyor, ama bizimkiler bunu yapamıyor. Ne dininden vazgeçiyor ne dilinden, insanlığın ödemediği bedeli ödüyor. Bu bedeli öderken, bu dinin bekçiliğini yaparken, bu kültürün bekçiliğini yaparken bunun kaymağını yiyenler sözde Müslümanlar sözde Türklerin hiç umurlarında bile olmaması, siyasilerin kılını kıpırdatmaması çok üzüyor.
Ama şuanda batı medyası Müslümanları sevmedi, Avrupalı, Amerikalı gavur, Doğu Türkistan’daki soykırıma karşı ve Uygur Türklerinin mevcudiyetini nasıl koruyacağız diye raporlar yayınlıyor. Avustralya, Japonya, Almanya, hatta Fransa bunlar son 6-7 ayda Uygurların sesi olmaya çalışıyor. Şimdi Türkiye’ye döndüğümüzde birtakım insanlar diyor ki Uygurlar Amerikancı oldu. Bunu diyenlere bakıyorsunuz bir zamanlar kendileri en büyük Amerikancı idiler. Bazı arkadaşlar o kadar rahatsız oluyor ve onlara şunu soruyorlar, tamam Uygurlar Amerikancı, ama senden daha Türk ve senden daha fazla Müslüman. Sen ne yaptın onlar için? Kardeş diyorsunuz, Bir insan kardeşi ölürken viskisini, sigarasını alıp rahat rahat oturabilir mi, tesbihatını rahat yapabilir mi? Oturduğu yerde boş boş turan salatası yiyebilir mi? Ümmet diyor değil mi? Ümmetin etnisitesi var mıdır? Filistin için kefen giyeceksiniz, Karabağ için çıt yok, Kaşgar umurunuzda bile değil. Nasıl bir Müslümanlık ve ümmetçilik? Yemen’i Vahhabiler, İngiliz uşakları her gün bombalıyor. Hani siz Arapçıydınız? Bu Araplara da sahip çıksanıza. Bu tarz sorgulamalar bugün Türkiye içindeki Türklerde de var, Türkiye dışındaki Türklerde de, Müslümanlarda ve gayrimüslimlerde de var. Birçok İngilizce yayın yapıldı. “Nerede bu Müslümanların ahalisi” diye İngilizce makaleler var. Dalga geçiyor. Yani dolayısıyla Doğu Türkistanlılar kimseden bir şey beklemiyor. Allah’tan başka güvendiği kimsesi de yok. İnsan olarak, kardeş olarak sadece samimi olmalarını bekler.
Konuşuyor bazı Türkistanlılar, “Bu Türkiyelilerin başına bir şey geldiğinde Türkistanlılar koşmadı mı? Hacca giderken Adana’da durup savaşmadı mı? İstiklal savaşı için ellerinden gelen yardımı Rus ve Çin Mezalimine rağmen yapmadılar mı? Bu Türkiyelilerin ecdadı Kaşgar’dan, Semerkant’tan gitmedi mi? Bu kadar mı nankör oldular? Hepsinin anası Hürrem sülalesinden mi yoksa? Türkiye’de ecdadı Kaşgar’dan gelen Türk siyasetçi, Bürokrat veya Asker yok mu? Turfanlı, Hotenli, Semerkant’lı evlatlar yokmu? Ahmet Yesevi’nin alperenleri, dervişleri nerede?” Kuşçu Alinin arifleri, ilim adamları nerede? Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip’in eserlerinden nemalanan aydınlar nerede? Diyorlar…
Bugün bu soruyu ben sormuyorum. Kaşgar’daki, Urumçi’deki, Almatı’daki, Amerika’daki birisi soruyor. Bunlar ciddi bir şekilde insanı rahatsız ediyor. Mesela geçenlerde biri bana şunu dedi: “Çinlilerin şu anki hayat memat projesi yeni ipek yolu projesidir. O proje batsın Çin batacak ve Türklere muhtaç. Mesela Türkiye projeden çekiliyorum desin Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan peşinden gelecek Türkiye’nin veya onlar da çekimser kalacak veya pasif olacak. Türkiye neden mütekabiliyet istemiyor. İşbirliği yaparken Türklerin çıkarını neden gözetmiyor”.
Türkiye ticaretini de yapsın. Ben şahsen Türkiye’nin Çin ile çok iyi ilişki kurmasını istiyorum. Bu ilişki mütekabiliyet esasına göre olmalı yani her sonuç Çin’in lehine olmamalı. Çinlinin dediği ‘kazan kazan’ sadece ‘Çin sen kazan’ tarzında olmamalı. Bizde bir devletiz, milletiz bizim de bir dirayetimiz var. Tamam, seninle ticaret yapıyorum, siyaset de yapacağım. Senin İzmir’de konsolosluğun varsa ben de Urumçi’de açacağım. Senin elçilik misyonların her gün Diyarbakır’ı, Urfayı ve Van’ı geziyorsa benim elçiliğim de her gün Kaşgar’ı, Turfan’ı gezecek diyebilmeli. Burada 5 tane Konfüçyüs enstitüsü varsa benim de 5 tane Yunus Emre’yi Çin’de açmam lazım. Burada 19 tane Çin dili ve edebiyatı bölümü varsa benimde Çin’de hiç olmazsa 9 tane Türkoloji bölümü açmam lazım. Değil mi? Bu yapılamıyorsa, sıkıntı var demektir. Sıkıntı çok büyük.
İlk yorum yapan siz olun