Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilim tırmanırken Çin sessizce avantaj kazanıyor ve bu gerilimleri bahane ederek Doğu Türkistan’daki kontrolünü daha da sıkılaştıracak ve Uygur soykırımını sürdürecek.
Mehmet Emin Hazret
Hindistan ile Pakistan arasında patlak verecek olası bir savaş, yalnızca Güney Asya’yı değil, küresel dengeleri de sarsacak derin sonuçlar doğurabilir. Bu tür bir çatışma halinde Çin’in, geleneksel müttefiki Pakistan’a uzun vadeli ve kapsamlı askeri, lojistik ve istihbarat desteği sunması beklenir. Bu destek yalnızca bir dostane jest değil; Çin’in bölgesel ve küresel stratejik çıkarlarıyla yakından ilişkilidir.
Ancak bu savaş senaryosunun sadece Hindistan-Pakistan ilişkileriyle sınırlı kalmayacağı açıktır. Savaşın etkileri, Uygur Özerk Bölgesi’ne – yani Doğu Türkistan’a – kadar uzanabilir. Bölge, coğrafi olarak hem Hindistan’a hem de Pakistan’a sınır komşusudur ve bu nedenle Uygurlar doğrudan güvenlik ve istikrar açısından risk altındadır.
Görünmez bir el, Hindistan ile Pakistan arasındaki tarihi gerilimlere yeniden ateş düşürmüş gibi görünüyor. Bu durumun amacı ne olabilir?
En muhtemel senaryo, ABD ve müttefiklerinin Pasifik odaklı askeri gücünü Güney Asya’ya çekmektir. Böyle bir çatışmada her iki ülke nükleer yeteneklerini kullanacak kadar tırmanan bir savaşın içine sürüklenirse, bundan en çok kazanç sağlayacak aktör Çin olacaktır.
Hindistan, ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler ve muhtemelen Rusya tarafından desteklenirken, Pakistan uzun süredir Çin’in stratejik yörüngesinde yer almaktadır. 1960’lardan bu yana Çin, Pakistan’ı adeta kendi arka bahçesi gibi yönetmiş; bazı durumlarda ise onu kendi adına vekil güç olarak kullanmıştır. Örneğin, 2012–2017 yılları arasında Çin yapımı hafif silahların, Pakistan üzerinden DEAŞ gibi terör örgütlerine ulaştırıldığına dair çeşitli uluslararası raporlar mevcuttur. Pakistan’ın nükleer programının gelişiminde Çin’in doğrudan teknik, maddi ve istihbarı desteği inkâr edilemez düzeydedir.
Dahası, Pakistan’ın elindeki nükleer silahların radikal veya devlet dışı aktörlerin eline geçme riski, uluslararası toplumun ciddi bir endişe kaynağıdır. Aynı şekilde, Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yönelik yürüttüğü etnik, kültürel ve dini asimilasyon politikalarında Pakistan da aktif bir şekilde rol oynamıştır. Bugün bile Pakistan istihbarat birimleri, Çin adına Avrupa ve Müslüman ülkelerde Uygurlar hakkında bilgi toplamaktadır.
Ancak Uygurlar konusunda Hindistan’ın da sicili temiz değildir. 2012 yılında Doğu Türkistan’ın Kargalık ilçesinden kaçan Adil (16 yaş), Abdulhalik (18 yaş) ve Abdusselam (20 yaş) kardeşler, Himalayaları yaya aşarak Hindistan’a sığındılar. Ancak Hindistan, BM Mülteci Sözleşmesi’ni imzalamamış olmanın da etkisiyle bu üç genç Uygur’u 13 yılı aşkın süredir cezaevinde tutmaktadır. Hindistan yönetimi, zaman zaman bu mültecileri Çin’e iade etme niyetini de açıkça dile getirmiştir.
İşin ironik tarafı şudur: Hindistan, 2021 itibarıyla kendi topraklarında 72.000’i aşkın Tibetli Budist mülteciyi barındırmakta ve korumaktadır. Ancak aynı insani yaklaşımı Müslüman Uygurlara göstermemiş, Çin ile paralel bir duruş sergileyerek İslamofobik politikalar izlemekten geri durmamıştır.
Olası bir Hindistan-Pakistan savaşı, Batı’nın dikkatini bu bölgeye çekecek ve Çin’in Uygurlar üzerindeki baskı politikalarını artırması için elverişli bir ortam oluşturacaktır. Bu nedenle, diasporadaki Uygur toplumu hem Çin’in muhtemel yeni baskı politikalarına karşı hazırlıklı olmalı, hem de küresel kamuoyunu harekete geçirecek daha güçlü ve etkili bir diplomatik söylem geliştirmelidir.
İlk yorum yapan siz olun