“Ve Çin şimdi bu suçu, yine Uygur halkının kültürüyle yıkamaya çalışıyor. Sanatı, acının üstüne örtü olarak seriyor. Ama bu örtü kan sızdırıyor.”
Mehmet Emin Hazret
Bir Alkışın Ardındaki Kan
Geçtiğimiz günlerde Çin hükümeti, resmi olarak seçtiği bir grup Uygur sanatçıyı Avrupa’ya gönderdi. Fransa’nın başkenti Paris’te Eyfel Kulesi’nin yanındaki meydanda, ardından Macaristan’da Budapeşte’nin ünlü Kahramanlar Meydanı’nda Uygur halk müziğinin incisi olan “12 Mukam” seslendirildi.
Yabancı basın, olayı “Çin ile Uygur halkı arasındaki kültürel bağların sergilenmesi” olarak sundu. Ama biz biliyoruz ki o müzikle birlikte Avrupa’nın ortasında çalınan aslında Uygur halkının acısıydı.
Katili Alkışlatmak: Çin’in Çarpık Gösterisi
Bu olay, soğukkanlı bir katilin, kurbanın ailesine dönüp “Bak, gülümsersen evladın cennete gider” deyip; gülmezse onu da öldürmekle tehdit etmesi gibidir.
Doğu Türkistan’da binlerce Uygur sanatçı, sadece klasik müziği yaşattığı için gözaltına alındı, toplama kamplarında kayboldu ya da fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kaldı. Bugün Doğu Türkistan’da bir düğünde Uygurca şarkı söylemek, Çin polisinin radarına girmek demektir. Mukam söylemek suçtur, Uygurca konuşmak gözetim nedenidir.
Ama aynı Çin devleti, bu yasakladığı müziği seçilmiş sanatçılar eliyle şimdi Avrupa’nın vitrinlerinde pazarlıyor. Üstelik bu sanatçılar, doğrudan devletin himayesinde yetiştirilmiş, sahte “mutlu Uygurlar.” Onlar, ÇKP’nin kurduğu vitrin cehenneminde “gülümsemekle yükümlü” sanatçılardır. Çin, bu gülümsemeyi tüm dünyaya göstermeye çalışıyor. Çünkü gerçeği gösterirse kan damlayacak.
İmaj Temizliği: Uygur Kanını Sanatla Yıkamak
7 yıldan fazla bir süredir, yaklaşık bir milyon Uygur evlerinden zorla alındı. Çoğu hâlâ kayıp. Kampların içi hâlâ bilinmiyor. Anneler hâlâ çocuklarının nerede olduğunu bilmiyor. Babalar susturulmuş. Gençler dillerini konuşamıyor.
Ve Çin şimdi bu suçu, yine Uygur halkının kültürüyle yıkamaya çalışıyor. Sanatı, acının üstüne örtü olarak seriyor. Ama bu örtü kan sızdırıyor.
Bu bir “imaj temizliği” değil; bu, suç mahalline çiçek bırakmak gibi: “Bakın, ne kadar renkli, ne kadar geleneksel, ne kadar otantik” diyerek. Ama o otantikliğin arkasında tutsaklar, işkenceler, mezarsız ölüler var.
Kültürel Soykırımın En Tehlikeli Aşaması
Mao döneminde de bu oyun oynanmıştı. Kültür Devrimi sırasında binlerce Uygur sanatçı tutuklanırken, birkaç yüz “vitrinlik sanatçı” Urumçi’de tutulup, yabancı liderler geldiğinde sahneye çıkarılıyordu. Aynı taktik bugün çok daha organize, çok daha profesyonel, çok daha küresel bir şekilde uygulanıyor.
Bu, kültürel soykırımın en sinsi aşamasıdır:
İnkâr ederek devam etmek. Gülümseyerek bastırmak. Kurbanı, celladın vitrinine dönüştürmek.
Dünya Bu Oyunu Görmek Zorunda
Avrupa meydanlarında “mutlu Uygurlar”ın dansını izleyen Batı izleyiciler bilmeyebilir. Ama biz biliyoruz.
Biz, o müziğin hangi yaralardan süzüldüğünü, hangi annelerin ağlamaktan sesini yitirdiğini, hangi gençlerin Çince şarkı söylerken aksanı yüzünden aşağılandığını, hangi çocukların annelerinden koparıldığını biliyoruz.
Ve şimdi onların acısı, “sanat” adı altında tüketime sunuluyor.
Bu yüzden sesleniyoruz:
Çin yalnızca bir halkı yok etmiyor, aynı zamanda onu temsil eden her değeri silmeye, ardından da onu kendisi için yeniden yaratmaya çalışıyor. Bu hem bir cinayet hem bir inkâr hem de bir istismar.
Gülümse, Yoksa Ölürsün
Çin’in Uygur halkına dayattığı şey tam da budur:
Gülümse.
Aksan yapma.
Şarkıyı yanlış söyleme.
Sahne dışına çıkma.
Gerçeği anlatma.
Anlatırsan, sen de kaybolursun.
Ama biz buradayız. Anlatıyoruz. Çünkü bu halk susturulsa da, müziği anlatır. Çünkü bu müzik sadece makam değildir, bir halkın kalp atışıdır. Ve kalpler bir gün yeniden özgürce atacak. Şarkılar serbestçe yükselecek. Gülüşler zorla değil, yürekten olacak.
O gün gelene kadar… susmayacağız.

İlk yorum yapan siz olun