Uluslararası AF Örgütü ortaklığıyla gösterime giren All Static and Noise (Türkçesiyle Parazit ve Gürültüler) adlı film, Çin hükümetinin Uygur halkına yönelik baskılarını gözler önüne seriyor. Filmin baş karakterlerinden biri olan Cevher Ilham, hem film hem de kendisi hakkında Uluslararası AF Örgütü’nden Brigitte Looß’un sorularını yanıtladı.
Brigitte Looß: “All Static and Noise” filminin başlığı ne anlama geliyor?
Cevher Ilham: Bu başlık, 2017 yılında Sincan Üniversitesi’nin parti sekreterinin yaptığı bir konuşmaya dayanıyor. O konuşmada, Çin hükümetinin politikalarına yönelik her türlü muhalefet “gürültü ve uğultu” olarak tanımlanmış ve bunların ortadan kaldırılması gerektiği söylenmişti. Bu ifade, Çin’in Uygur halkına karşı yürüttüğü kampanyayı yumuşatarak anlatan bir tür örtmecedir.
Film Çin’de gösterilebiliyor mu?
2020 yılında, merkezi parti yetkilileri tarafından devlet medyasına gönderilen bir sansür talimatı sızdırıldı. Talimatta, henüz tamamlanmamış olan bu belgeselin Çin’de engellenmesi emrediliyordu:
“Lütfen aşağıdaki yasadışı videolara dikkat edin ve bunları engelleyin: Tibet ile ilgili belgesel ‘60 Yıllık Kaçak: Dalay Lama’nın Yaşlılığı’, Sincan belgeseli ‘Static and Noise’ ve Hong Kong belgeseli ‘City of Tears’.”
Film ekibiyle nasıl tanıştınız? Neden sizi seçtiler?
Filmin yapımcısı Janice Engelhart bana ulaştı. Aslında bu filme çok farklı bir şekilde başlamıştı; 1989 yılındaki insan hakları ihlallerine odaklanarak. Janice, 2009 ile 2019 yılları arasında Çin’de yaşamıştı ve orada hükümetin özgürlük ve adalet için mücadele eden kişilerin aile üyelerini hedef aldığını fark etmişti. Bu çok acımasız bir yöntem, çünkü insan hakları için mücadele eden biri, bunun risklerini bilerek bu yolu seçmiştir. Ancak onların aile üyeleri böyle bir karar vermemiştir ve buna rağmen sürekli baskı altındadır. Janice bu yüzden 2018’de bana ulaştı – çünkü ben de Çin hükümeti tarafından hedef alınan birinin yakınıyım.
Bir film projesine dahil olmak sizin için nasıldı? O zamana kadar tüm enerjinizi, 2014’ten beri tutuklu olan babanız, iktisatçı İlham Tohti için harcıyordunuz.
2018’in sonlarına kadar neredeyse tüm çabamı sadece babam İlham Tohti’nin serbest bırakılması için harcadım. Bu film projesine katıldıktan sonra, çok sayıda Uygur’un kaybolduğunu ve alıkonulduğunu öğrenmeye başladım. O noktada bunun sadece kendi ailemle ilgili bir mesele olmadığını fark ettim. Yüz binlerce Uygur ailesi aynı kaderi paylaşıyordu. Bu yüzden elimden gelen her şeyi yaparak tüm Uygurlar hakkında konuşmak, tutuklu bulunan tüm Uygurların özgürlüğü için mücadele etmek istedim.
Lobiciliğe ilk başladığımda, genel insan hakları meselelerine değinmenin fazla siyasi kaçacağından endişeleniyordum. Bu nedenle genelde sadece babamın kızı olarak konuşuyordum. Ama bu filmde yer almaya başladığım andan itibaren, artık sadece bir kız evladı değil, aynı zamanda bir Uygur birey olarak da kendimi ifade etmeye başladım – ve tüm Uygurların özgürlüğü için mücadele etmeye yöneldim.
Yani artık daha siyasi biri mi oldunuz?
Bilmiyorum izleyiciler bunu fark ediyor mu ama filmin başında bölgeye hâlâ “Sincan” diyordum. 2019’a kadar çoğu Uygur bölgeye Çince resmi adı olan “Sincan” diyordu. Filmde çalışmaya başladıktan sonra bu değişti – daha şeffaf olmak adına. Ayrıca, Worker Rights Consortium’daki çalışmalarım sırasında çok sayıda zorla çalıştırılmış ve tutuklanmış Uygur’la röportaj yaptım. Bu insanlarla konuştuktan sonra, bu bölgeye “Sincan” demek bana artık doğru gelmiyor. Bu kelime Çince’de “Yeni Topraklar” anlamına geliyor ve çok sömürgeci bir kavram. Artık buraya “Uygur bölgesi” diyorum.
Diasporadaki birçok Uygur, bölge için tarihsel adı olan “Doğu Türkistan”ı tercih ediyor. Ancak bu adın yeniden yaygınlaşması biraz zaman alacak, çünkü Çin hükümeti bu terimi fazlasıyla politize etti. Çin’de bu ismi kullanmak, ayrılıkçılık, şiddet veya aşırılığa teşvik olarak değerlendiriliyor. Babam da “ayrılıkçılık” suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkûm edildi. Bu nedenle bu ismi kamusal alanda kullanırken hâlâ çok temkinliyim – çünkü Çin hükümeti bunu babam ve ailem aleyhine kullanabileceği bir “kanıt” olarak görebilir.
Sizce diğer Uygurlar da zaman içinde daha siyasi hale geldi mi?
Kesinlikle. Eminim ki birçok Uygur başta siyasete hiç karışmak istemiyordu. Sadece hayatlarını yaşamak, evlerinde yemeklerini yemek, eğitim görmek, normal bir yaşam sürmek ya da aile toplantılarında dans etmek istiyorlardı. Çoğu insan tıpkı sizin gibi olmak istiyor – sevdiği şeylerle ilgilenmek ve sıradan bir hayat yaşamak. Ama şimdi siyasi bir görüşe sahip olmaya zorlanıyorlar. Politikayla ilgilenmeye zorlanıyorlar. Değişim için mücadele etmeye zorlanıyorlar. Haklarını savunmaya ya da lobicilik yapmaya zorlanıyorlar.
Neden mi? Çünkü hepimiz ailelerimizin özgür olmasını istiyoruz.
İlk yorum yapan siz olun