Bir kavmi öldürmeden yok etmek çok pahalıdır, ancak Pekin bu bedeli ödemeye istekli görünüyor.
Çin’in batısındaki Şinciang (Doğu Türkistan bölgesinden gelen haberlere göre, bu yaz bölgede Orwellyen[1] dehşetleri sürdürülmeye devam etmektedir. Milyondan fazla insan politik eğitim kamplarında zorla tutuklu bulunmaktadır. İstihbarat memurları ise “aile üyeleri” olarak sivil ailelerine yerleştirilmiştir. Her köşede kontrol noktaları kurulmuş ve her cihaza casus yazılımları zorunlu olarak yüklenmiştir.
Bu polis devletinin hedefi, ırkı ve dini yüzünden merkezi hükümetin uzun süredir sadakatine hiç güvenmediği Müslüman Uygur Türk toplumudur. 2009 yılında Uygur Türklerinin protestoları şiddetli kargaşa ve devletin misilleme baskısını tetiklediğinden, zaten huzursuz olan ilişkiler daha da kötüleşti. Çatışmada yüzlerce kişi öldürüldü ya da çatışma sonrası güvenlik güçleri tarafından tutuklanıp ortadan kayboldular. O zamandan sonra, Şinciang (Doğu Türkistan) dışında gerçekleştirilen birkaç ölümcül terör saldırısı, Uygur Türklerinin hak ve özgürlükleri üzerindeki giderek artan ağır kısıtlamaları haklı çıkarmaya neden oldu.
Uygur Türkleri Çin için bir problem, belki de başa çıkması en zor olanıdır. Onlar, Çin devletince hiç istenmeyen bir topluluktur. Uygurlar Xi Jinping tarafından geliştirilen “bir kuşak bir yol” girişiminin en önemli rotasında yaşıyorlar, üstelik gittikçe artan bu kadar zulüm sadece daha fazla direnmelere neden oldu.
Fakat bildiğimiz kadarıyla, Çin Uygur Türklerine toplu katliam yapmıyor. Bu, Uygur Türklerine uygulanan baskının şiddet içermediği anlamına gelmez. Şiddet her zaman vardır. Güvenlik güç mensupları cezadan muaf olarak Uygur Türklerine işkence uyguluyor, onları mahkemesiz infaz ediyorlar. Ancak, Uygur Türklerini fiziksel olarak kökünden kurutmak için Çin’in sistematik olarak ölümcül şiddet uyguladığını gösteren kanıt yoktur. Neden olmasın?
Ama şüphesiz ki ölümcül güç kullanmaya hiç isteksiz de değillerdir. Kısıtlamalar son aylarda korkutucu bir şekilde artmış durumdadır. Yetkililerce İslam “bulaşıcı bir ideolojik hastalık”olarak tanımlanıyor ve ona bulaşan her kes mutlaka karantinaya alınmalıdır. Her yere tesis edilen toplama kampları, 2018’in başından buyana iki katına çıkarıldı. Günler veya haftalar sonra insanlar artık oralarda gün ışığı göremezler. Bu günlerde bazıları aylarca hatta yıllarca kayıp oluyorlar. Yurt dışında yaşayan Uygur Türkleri, çağrılarına artık akrabalarının cevap vermediklerini bildiriyorlar. Sevdiklerinin şüphe uyandırmaktan kaçınmak için yurt dışı temasları kesmiş olabileceğini ya da başka birçok kişiler gibi kamplara atılmış olabileceğini bilmiyorlar.
Resmi ağızlar Uygur Türkleri hakkındaki açıklamalarında onları devletin en mutlu kişileri olarak resmetmeye çalışırken “terörist” ve “ayrılıkçılık” hakkındaki söylemleri gittikçe kişiliksizleşmeye başladı ve istediği her şeyi “terörist” ve “ayrılıkçılık” olarak tanımlıyorlar. Herhangi bir Uygur, özellikle de gençler, ortadan kaldırılması gereken aşırı görüşlü kimse olarak düşünülebilir. Çin’in sıkı kontrol altındaki internet ortamında, İslam ve Uygur Türklerine karşı yapılan nefret dolu yorumlar ve konuşmalar yetkililerce tamamen serbest bırakılıyor. Uygur Türklerinin Çin’in iç eyaletlerinde yaşaması çok zor. Uygur bölgesinden gelen Uygurlara sadece oda kira verdiğinden dolayı Han Çinlileri bile gözaltına alındı –kiralayan Uygur Türküyse Şinciang (Doğu Türkistan)’daki kamplara gönderildi.
Çin, Uygur Türklerine yönelik muamelede insanlığa karşı suç işlemektedir.
Çin, Uygur Türklerine yönelik muamelede insanlığa karşı suç işlemektedir. Özellikler, keyfi hapsetme ve işkenceler: “Herhangi bir sivil topluma yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiğinde” her ikisi de insanlığa karşı cinayet olarak nitelendirilir. Daha önce gözaltına alınanlar kamplarda işkenceler uygulandığına tanıklık verdiler. Eğer İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün son raporunda belirttiği gibi işkenceler yaygın ya da sistemli bir şekilde uygulanıyorsa, bu da insanlığa karşı büyük cinayettir.
Uygur Türkleri suiistimalin arttırıldığını Çin’in kültürel bir soykırım yaptığını iddia ediyorlar. Kültürel soykırım, çocukları zorla ailelerinden uzaklaştırılması; Ana dil-Uygur Türkçesi kullanımının kısıtlanması; kültürel faaliyetlerin yasaklanması ve okulların, dini kurumların, tarihi mekânların yok edilmesi gibi tedbirlerle bir toplumun kimliğini ortadan kaldırmak anlamına geliyor. Fiziksel soykırımın aksine kültürel soykırım şiddet içermiyor. Uygur Türkü aktivistlerin ailelerinden uzaklaştırılması; akademisyenler ile diğer toplum liderlerinin hedefe alınarak tutuklanması ve “Eğitim Kamplarına” atılması; okullarda Uygurca öğretim vermenin yasaklanması; camilerin yıkılması; hatta saç, sakal, kıyafet ve kişi isimleri gibi kültürel kimliğin göstergelerine yönelik ağır biçimdeki kısıtlamalar, Çin’in Uygur kimliklerini kökünden kurutmaya yönelik çabalarının kanıtlarıdır.
Kültürel soykırım, uluslararası kanunda tanımlanmamıştır. Gerçi 1948 Soykırım Sözleşmesinin hazırlanması sırasında fiziksel ve kültürel soykırım arasındaki fark uzun süre tartışılmış olsa da kültürel soykırım, nihai sözleşmeye girilmemiştir. Kültürel soykırım olarak nitelendirilen eylemlerden çocukların zorla ailesinden uzaklaştırılması cinayet olarak belirlenmiştir.
Kültürel soykırımın tanımlanmaması pratik olarak bir sorun yaratamamıştır. Kültürel soykırım olarak nitelendirilen eylemler genellikle kitlesel şiddetin yanında ya da ona öncü olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, kültürel kimliğin yok edilmesi için gerçekleştirilen şiddetsiz eylemler genellikle soykırım niteliğindeki bir toplu katliamın kasti zorunluluğunu kanıtlama görevi taşımaktadır. Örneğin, Myanmar orduları tarafından Rohingya’ya karşı yıkıcı şiddetlere, Rohingya kültür kurumları ve liderlerinin ortadan kaldırmasına yönelik açık çabalar eşlik etmiştir. O da toplumdakilerin evlenme, çocuk sahibi olma, özgürce eğitim alma gibi hakları üzerindeki onlarca yıl süren kısıtlamaları sonrası gerçekleşmişti. İsyana karşı olağanüstü acımasız bir kampanyanın parçası olarak işlenen vahşetler gibi görülebilen bu durum, toplumun kimliğini ortadan kaldırmanın uzun süren çaba aşamaları bağlamında ele alındığında, soykırım olarak görülmeye başlar.
Şimdilik Çin henüz kitlesel katliamlara başvurmadı. Bu kafa karıştırabilir. Hükümet, bu kadar aşırı büyük ölçülü zulümler işliyorken neden katliam girişiminde bulunmadığını sormak çok garip gelebilir. Savunmasız ve mazlum azınlık toplumuna yönelik bu kadar yaygın ve sistematik şekilde şiddetli baskı uygulanıp da kitlesel ölümlerin yaşanmaması anormalliktir. Üstelik bir toplumu öldürmeden yok etmenin ne kadar çetrefilli, maliyetli ve zor olduğu göz önüne alındığında durum daha da şaşırtıcı gelir.
Kaynak: Foreignpolicy
[1] Orwellyen, George Orwell‘in 1984 adlı distopyasındaki totaliter yönetime, dilin aldatıcı ve manipüle edici kullanımına ithafen çoğu zaman otoriter kelimesi yerine kullanılan bir sıfat. Özgür ve açık bir toplumun refahı için zararlı fikirler, toplumsal koşullar için veya acımasız modern hükümetleri tasvir etmek için de kullanılmaktadır.
İlginizi çekebilir:
Doğu Türkistan’ın kısa genel durumu
İnsan Hakları İzleme Örgütü: Doğu Türkistan’da Kitlesel Baskı Yaşanıyor
Doğu Türkistan’da Çin Nazi Kamplarına Gönderilmeye Neden Olan 48 Gerekçe
Doğu Türkistan’daki keyfi tutuklanan Türkler Çin’in iç eyaletlerine nakledilmeye başladı
İlk yorum yapan siz olun