Mehmet Emin Hazret’in “Kissinger ve Çin:50 Yıllık Sevgiye Karşı İhanet” kitabında bir bölüm
Henry Kissinger, 20. yüzyılın en büyük trajedilerinden biri olan Yahudi Soykırımı’na tanıklık etmiş bir figür olarak, tarihsel bir sorumluluk ve ahlaki duyarlılık taşımayı beklediğimiz bir isimdir. Ancak Kissinger’ın, Çin’in Uygurlara yönelik soykırım politikalarına karşı sessiz kalışı, bu bağlamda hem trajik bir ironi hem de derin bir hayal kırıklığı yaratmaktadır.
Yahudi Soykırımı gibi bir vahşeti birebir yaşamış ve bugün Çine etki edebilecek, sadece ABD’nin değil, batı dünyasının diplomasi tasarımcısı olarak görülen bir kişinin, başka bir etnik grubun sistematik olarak yok edilmesine karşı kayıtsız kalması, insanlık vicdanında ciddi sorular uyandırmaktadır. Sun noktayı hatırlatmak zorundayım ki, Henry Kissinger 50 yılda Çine 100 defadan fazla girmiş bir politikacı ve Çin komünist parti liderleri karşısında büyük itibara sahip olan bir figürdür.
Soykırımın Karanlık Gölgeleri: Kissinger’ın Kökleri ve Deneyimleri
Henry Kissinger, 1923 yılında Almanya’nın Fürth şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nazilerin iktidara gelişiyle birlikte Almanya’da Yahudi toplumu üzerinde artan baskılar, Kissinger’ın çocukluk ve gençlik yıllarını derinden şekillendirdi. Hitler rejimi, Yahudilere yönelik etnik soykırım politikalarını kademeli olarak yoğunlaştırırken, Kissinger gibi Yahudi bireyler her gün kaygı, korku ve belirsizlik içinde yaşamaya başladı.
Kissinger’ın ailesi, 1938 yılında Nazi Almanya’sından kaçarak Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. Ancak bu kaçış, onun zihninde ve kalbinde soykırımın karanlık gölgelerini silemedi. Almanya’da yüzlerce Yahudi ailesinin birer birer ortadan kaybolduğuna, toplama kamplarına götürüldüğüne ve buharlara karıştığına şahit olmuştu. 15 yaşında Nazilerin korkunç rejiminden kurtulabilmişti, bu deneyimler onun hayatını ve dünya görüşünü derinden etkiledi.
Uygur Soykırımı ve Kissinger’ın Sessizliği
21.Yüzyılın ikinci on yılına geldiğimizde, Çin Komünist Parti iktidarı tarafından Uygurlara ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik sistematik baskılar uluslararası kamuoyunda büyük bir endişe yaratmaya başladı. Doğu Türkistan bölgesindeki Uygurların zorla toplama kamplarına götürülmesi, etnik kimliklerinin, kültürel varlıklarının yok edilmeye çalışılması ve kadınların zorla kısırlaştırılması gibi politikalar, insan hakları savunucuları tarafından açıkça bir soykırım olarak tanımlandı.
Uygurların her şeyi ellerinden alınmış, onlara bırakılan sadece toplumsal acı ve travma olmuştur. 20.yüz yılda etnik Yahudilerin yaşadığı gibi.
Bu dönemde, Henry Kissinger gibi uluslararası diplomasi sahnesinin en deneyimli figürlerinden biri, Çin lideri Şi Jinping ile düzenli görüşmeler yapıyordu. Ancak Kissinger, bu görüşmelerde Çin’in insan hakları siciline veya Uygurlara yönelik soykırım politikalarına dair herhangi bir eleştiri veya gündem ortaya koymadı. Daha da çarpıcı olan, Kissinger’ın bu görüşmelerde soykırım terimini bırakın, insan hakları konusuna dahi değinmemiş olmasıydı.
Tarihsel ve Etik Bir Çelişki
Kissinger’ın Uygur soykırımına yönelik sessizliği, onun kendi geçmişiyle derin bir tezat oluşturuyor. Yahudi Soykırımı sırasında kaygı ve korku içinde büyümüş, etnik temizlik politikalarının yıkıcı etkilerine birebir tanıklık etmiş bir figür olarak, bu sessizlik, insanlık adına taşınan ahlaki bir sorumluluğun ihmal edildiği izlenimini yaratıyor.
Soykırım Karşısında Ahlaki Tutum Eksikliği:
Kissinger’ın, Yahudi Soykırımı’nın dehşetinden sağ kurtulmuş biri olarak, soykırımın küresel bir mesele olduğuna dair daha yüksek bir duyarlılık göstermesi beklenirdi. Ancak bu beklenti, Çin’in Uygurlara yönelik politikaları karşısındaki tepkisizliğiyle derinden sarsıldı.
Diplomasi mi, Değerler mi?
Kissinger, Çin ile ilişkilerinde diplomasiye odaklanmış, insan hakları ve etik meseleleri büyük ölçüde arka planda bırakmıştır. Bu tutum, onun pragmatik bir realist olduğu iddiasıyla savunulabilir, ancak aynı zamanda uluslararası ilişkilerdeki ahlaki boşluğu daha da görünür kılar.
Sessizliğin Etkileri:
Kissinger gibi küresel bir figürün sessizliği, uluslararası kamuoyunun Çin üzerindeki baskısını azaltmış ve Çin hükümetinin soykırım politikalarını daha rahat bir şekilde yürütmesine olanak sağlamıştır. Bu durum, insan hakları savunucuları için ciddi bir engel oluşturmuştur.
Uygur Soykırımının Küresel Boyutları
Kissinger’ın bu sessizliği, yalnızca bir bireyin tutumuyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda uluslararası toplumun Uygur meselesindeki bölünmüşlüğüne katkıda bulunmuştur. Çin’in ekonomik gücü, birçok ülkenin ve liderin bu meselede sessiz kalmasına yol açmış olsa da, Kissinger gibi bir figürün bu sessizlikteki rolü, soykırımların küresel adalet sistemine yönelik etkilerini daha da derinleştirmiştir.
Çin lideri Şi Jinping, Uygurlar üzerindeki bu politikaları, Çin’in ulusal güvenliğini ve birliğini sağlamak adına haklı göstermeye çalışırken, Kissinger gibi figürlerin tepkisizliği bu politikaların uluslararası arenada daha az sorgulanmasına neden olmuştur.
Tarihin Sessiz Tanığı
Henry Kissinger, Yahudi Soykırımı’nın canlı tanıklarından biri olarak, tarihin en karanlık sayfalarından birini yaşamış bir figürdür. Ancak, Uygur soykırımı karşısındaki sessizliği, onun mirasını tartışmalı bir hale getirmiştir. İnsan hakları, özgürlük ve adalet gibi değerlerin savunulması, uluslararası ilişkilerde her zaman zorluklarla doludur. Ancak Kissinger’ın pragmatik yaklaşımı, bu değerlerin ihmali olarak görülmektedir.
Kissinger’ın bu tutumu, uluslararası toplumun ahlaki tutumunu sorgulayan bir aynadır. Çin’in insan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmak, yalnızca tarihsel bir trajedinin tekrarlanmasına olanak sağlamakla kalmaz, aynı zamanda gelecekteki adalet mücadeleleri için ciddi bir tehdit oluşturur.
Müslüman Uygur toplumuna etnik soykırım nasıl uygulandı? İşte detaylar:
1. Uygur Soykırımı: Sistematik Baskı ve İnsanlık Suçu
Soykırımın Unsurları
a. Toplama Kampları:
“Yeniden eğitim kampları” olarak adlandırılan bu yerler, zorla çalıştırma, psikolojik baskı, işkence ve beyin yıkama süreçleriyle soykırım tanımına uyan uygulamalara sahne olmaktadır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve diğer kurumlar, bu kamplardaki insanlık dışı koşulları belgelemeye devam etmektedir.
b. Demografik Mühendislik:
Uygur kadınların zorla kısırlaştırılması ve Han Çinlileriyle evlenmeye zorlanması, etnik ve kültürel kimliği hedef alan bir asimilasyon politikasıdır.
Bu uygulamalar, Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımında geçen “bir grubun fiziksel varlığını ortadan kaldırmaya yönelik önlemler” kriterine uymaktadır.
c. Kültürel Yok Oluş:
Camilerin ve diğer dini yapılarının yıkılması, dini uygulamalara getirilen kısıtlamalar ve Uygur dilinin bastırılması, kültürel soykırımın açık göstergeleridir.
Çin hükümetinin, bu uygulamaları “aşırılıkla mücadele” bahanesiyle meşrulaştırma çabaları uluslararası kamuoyunda büyük tepki toplamaktadır.
d. Cinsel Şiddet ve İşkence:
Uygur kadınların sistematik tecavüze uğradığına dair raporlar, insanlık dışı muamelelerin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Bu, toplumsal yapıyı parçalamayı hedefleyen bir soykırım yöntemidir.
2. Uluslararası Toplumun Tepkisizliği
Ekonomik ve Stratejik Çıkarlar: Çin’in ekonomik gücü ve küresel tedarik zincirindeki merkezi rolü, Batılı ülkelerin sert yaptırımlardan kaçınmasına neden olmaktadır.
Sembolik Kınamalar: ABD ve Avrupa Birliği gibi aktörler tarafından yapılan açıklamalar genellikle söylem düzeyinde kalmış, somut sonuçlar doğuracak önlemler alınmamıştır.
BM’nin Etkisizliği: Birleşmiş Milletler, Çin’in veto gücü ve diplomatik baskıları nedeniyle Uygur soykırımı konusunda yeterince etkili bir tutum sergileyememiştir.
3. Kissinger’ın Sessizliği: Etik ve Sorumluluk
İnsan Hakları ve Reelpolitik: Kissinger’ın sessizliği, onun Çin ile ilişkilere stratejik bir denge gözüyle bakmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak bu, etik sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
Soykırım Karşısında Ahlaki Liderlik Eksikliği: Kissinger’ın geçmişi, onun insan hakları ihlalleri konusunda daha güçlü bir duruş sergilemesini gerektirirken, bu konudaki sessizlik, tarihi bir paradoks yaratmaktadır.
Çıkar uğruna ahlakı ezip geçtiğini sanan politikacılar, tarih boyunca ahlak sınavı karşısında her zaman ezik kalmıştır.







İlk yorum yapan siz olun