İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Toplama Kamplarında, Tutuklular İşkenceye Uğruyor, İlaçla Zehirleniyor ve Öldürülüyor.

Kazakistan- Çin arasında ticaret yapan Gülbahar Celilova, Doğu Türkistan’a gittiğinde oradaki soydaşları gibi suçsuz yere Çin polisleri tarafınsan tutuklanıp hapse atılmış, akıl almaz işkenceler görmüş ve soydaşlarının acılarına tanık olmuştur. Kendisi Kazakistan vatandaşı olduğu için hapisten kurtulma şansı olmuştur.

Serbest bırakılıp Kazakistan’a geri döndükten sonra da hapishanede gördüklerini anlatmaması konusunda Çin polislerinin ısrarlı tehditlerinden kaçıp Türkiye’ye gelen Gülbahar Celilova, gördüklerine muhabirlere anlatmaya devam etmektedir.

Bu haber; Stand with Uyghurs ekibi tarafından 13 Aralık 2018 tarihinde  theepochtimes.com sitesinde yayınlanan haberden çevrilmiştir.
This is a translation of an article on theepochtimes.com published on December 13, 2018.


Epoch Time’a konuşan eski bir tutuklu, “mesleki eğitim kampları”nda alıkonan Uygur kadınlarının psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz kaldığını, zehirlendiğini ve hatta öldürüldüğünü söyledi.

Uygur ve Kazakistan vatandaşı Gülbahar Celilova (54), eylül ayında salıverilene kadar 15 ay boyunca Doğu Türkistan’nin başkenti Ürümçi’de bulunan bir kadın kampında tutuklu kaldı.

Celilova, İstanbul’dan telefonla verdiği röportajda tanık olduğu vahşeti anlattı: “Odamda, parmaklarına çiviler çakıldığı için kanlar içinde kalan kızlar ve yediği dayaklar yüzünden ölenler vardı.

Nur adlı bir şirkete 17.000 dolar göndermekle suçlanarak Mayıs 2017’de tutuklanan bir iş kadını olan Gülbahar, suçsuz bulunduktan sonra serbest bırakıldı.

Gülbahar’ın tutukluluğu sırasında Hürriyet isimli bir mahkûm arkadaşı ilaçla uyutularak öldürüldü.

Gülbahar bu olay hakkında şunları söyledi: “Vücuduna bir şey enjekte edilmişti ama bedeni hala sıcaktı ve diğer kızlar onu yıkamakla görevlendirildi. Öylece gözlerimin önünde ölüverdi.”

Doğu Türkistan’daki otoritenin Ekim ayındaki tutuklamaları meşru kılma çabalarına rağmen endişe verici raporlar yayınlandı. Çin Komünist Partisi’nin “üç şeytani güç” şeklinde nitelendirdiği aşırıcılık, ayrılıkçılık ve terörizm açısından risk oluşturan kişilerin “eğitim ve dönüşüm”ünü buralarda gerçekleştirdiğini söylendi.

Uygurlar, Tibetliler gibi etnik azınlıklar ile yerli Hristiyanlar ve Falun Gonglar dâhil devlet kontrolü dışında kalan dindarlar uzun zamandır Çin Komünist Partisi’nin “yeniden eğitim” programının hedefinde.

29 Kasım’da Çin’den gelen haberler üzerine ABD’de Çin hakkında toplanan komisyonda konuşan senatör Marco Rubio, çoğu gözlemcinin Çin’de şu an devam eden baskı dalgasının kültürel devrimden beri yaşananların en şiddetlisi olduğuna inandığını söyledi.

Ancak Pekin, ekim ayına kadar gizli tutulan toplu tutuklama merkezlerinin aslında dikiş ve pişirme gibi alanlarda ileri düzey “mesleki beceri” eğitimleri için kurulan tesisler olduğu iddiasında ısrarcı. Bu, Gülbahar dâhil pek çok eski tutuklunun tanıklığının aksine bir iddia.

Çin’in ABD büyükelçisi Cui Tiankai, geçen ay Reuters’a verdiği röportajda Çin Komünist Partisi’nin Uygurları “hayata dönebilecek normal insanlara dönüştürmek” için “yeniden eğitmeye” çalıştığını söyledi.

The Epoch Times’a konuşan Gülbahar ise alıkonulduğu süre boyunca hiçbir sınıf görmediğini ve eğitim iddialarının tamamıyla yalan olduğunu söyledi.

ABD’nin Çin üzerine çalışan Kongre-Yönetici Komisyonu’nun Birleşmiş Milletlere sunduğu rakamlara göre, çoğunluğu Uygur olan 1 milyondan fazla insanın kitle gözaltı kamplarında tutulduğu düşünülüyor.

Aşırı Kalabalık, Pis Koşullar

Gülbahar, para transferi hakkındaki saatler süren sorgusu sonrasında, kelepçelenmiş ve sarı bir üniforma giydirilmiş şekilde Urumçi’deki Sankan’a götürüldü. Gülbahar’ın söylediğine göre Sankan o gitmeden bir hafta önce tamamen kadınların bulunduğu bir kampa çevrilmişti.

Gülbahar “Aşırı kalabalıktı ve şartlar çok kötüydü” diyor ve ekliyor: “Odamda 14 yaşlarında okul çağındaki genç kızlar da 80 yaşlarında yaşlı kadınlar da vardı.”

Derilerini kesen 5 kilogramlık kelepçeler yüzünden kolları kanayan kadınlar her gece nöbetleşe uyuyorlardı, çünkü herkesin uzanabileceği kadar geniş alan yoktu. “Küçücük bir odada 40 kadar kişi uzanıyor ve 15 kişi ayakta kalıyordu.” diyor Gülbahar.

Kamptaki yemekleri ise “bir insanın asla yememesi gereken şeyler” olarak tanımlıyor. Taş kadar sert ekmek, su ve mısır unundan yapılan çorbayı kastederek “Ancak hayatta tutacak kadardı.” diye belirtiyor.

Gülbahar ve oda arkadaşları her sabah 5.30’da uyandırılıyor ve saat 8’e kadar iki sıra halinde dizilerek bir duvara bakmaya zorlanıyorlardı. “Konuşmak yok, etrafa bakınmak yok; yoksa cezalandırılırsınız.”

“Yürüyemeyelim diye kelepçeleri ayak bileğimizdeki zincirlere bağlıyorlardı.”

Uygur kadınları tüm gün odalarına hapsediliyordu. “Kapı sadece sizi cezalandırmak için açılır, hepsi bu.” diye ekliyor Gülbahar.

Fiziksel ve Psikolojik İşkence, İlaçlar ve Zehir

Kamptaki tutuklular günlük olarak ne olduğu belli olmayan bir ilaç yutmaya zorlanıyorlardı ve ayda bir “duyguları uyuşturan” bir iğne yapılıyordu.

“İğne hafızanız yokmuş gibi hissettiriyor. Aileni özlemiyorsun veya dışarı çıkmak istiyor gibi hissetmiyorsun. Hiçbir şey hissetmiyorsun –bu çok garip bir his.” diye açıklıyor Gülbahar.

Uygur İnsan Hakları Projesi Dış İşler Direktörü Louisa Greve, The Epoch Times’a bu ilacın “zihinleri kişisel kimliklerinden arındırdığını ve zorunlu olarak sürekli tekrarlanan Çin Komünist Partisi’ne bağlılık beyanıyla doldurulduğunu” söyledi.

41 yaşında bir restoran sahibinin yemek yerken düşmesine tanık olan Gülbahar, kamp görevlilerinin tutukluların yemeklerine zehir koyduğunu söylüyor.

“Zehirlenmişçesine ağzından köpükler ve kabarcıklar çıkıyordu kadının. Felç olmuştu.” Gülbahar kadının odadan dışarıya sürüklendiğini ve asla geri dönmediğini söylüyor.

Mabret adında genç bir tutuklu hemşire, kadının yardımına koştuğu için kamp görevlileri tarafından hemen cezalandırılmış.

“Birlik sopalarla geldi ve onu dövmeye başladılar, odanın dışına sürükleyip orada dövmeye devam ettiler.”

Gülbahar’ın hemşirenin ona anlattıklarından hatırladığı kadarıyla, Mabret daha sonra “karadelik odası”na -bir çeşit izolasyon hücresi- alındı ve işkence sandalyesine zincirlenmiş şekilde orada on gün bekletildi. Yemek ve uyku yoksunluğuna sebep olması için odaya fareler de konmuştu.

“Mabret çok korkmuştu ve fareleri vücudundan uzak tutmak için mücadele etmek zorundaydı. Uyuyamıyordu çünkü canlı canlı yenmek istemiyordu.”

Gülbahar, Mabret’in ancak Çin Komünist Partisi için daha çok mücadele etme sözü verdiği bir özür mektubundan sonra serbest bırakıldığını söylüyor. Ama işkenceden sonra bir daha asla aynı kişi olmadı.

“Delirmişe benziyordu- normal davranmıyordu. Bakışından davranışına kadar her şey sanki bir sorunu varmış gibiydi.”

Uygur Kültürel Gelenekleri Üzerinde Baskı

Gülbahar, namaza hazırlığa benzediği için tutukluların yüzlerini yıkarken başlarına dokunmalarının yasak olduğunu anlatıyor.

“İslamda, bir erkek veya bir kadın abdest alırken, hakiki bir şekilde temizlenmiş olmak için başlarını mesh ederler. Kamp görevlileri insanların böyle namaza hazır bir şekilde olmasını istemiyordu.”

Çoğunluğu Sünni Müslüman olan Uygur geleneklerine bu baskı diğer tutukluların tanıklıklarında da ifade edilmiş. Bunlardan biri olan Omir Bekali, Ekim ayında The Epoch Times’a Çin Komünist Partisi’ni övmeye ve inancını inkâr etmeye zorlandığını anlatmıştı.

Gülbahar, kadınların gün boyunca Çin Komünist Partisi’ni metheden beş şarkıyı ezberlemeye zorlandıklarını söylüyor.

“Her pazartesi bize zorla söylettirilen Çin Ulusal Marşı’nı öğrenmeye zorlandım.”

Louisa Greve, zorlamayla yapılan Çin Komünist Partisi’ne bağlılık gösterisinin, gözaltına alınanları bir daha devlete karşı tehdit olarak algılanabilecek bir kimliği devam ettirmemeleri adına dönüştürmek için olduğunu söyledi.

Greeve, “Bu, onların düşüncelerini değiştirmek için bir teşebbüstü. Böylece bir daha dinlerine inanmaya cesaret edemeyip ‘normal’ olana inanacaklardı. ‘Normal’ ise partiye kesin bağlılık idealine uygun olmak demekti.” dedi.

“Çin Komünist Partisi, kontrolü elde tutabilmek için cemaat grupları veya Uygurların kendi aralarında yapabilecekleri topluluk aktiviteleri, ibadetler gibi bağımsız dayanışma kaynaklarının varlığına izin vermemek gerektiğine inanıyor.” diye belirtti.

Kaynak: Stand with Uyghurs medium sayfası

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir