İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Eski Uygur Dönemi Türk Dili ve Edebiyatı

Eski Türk yurtları üzerine yapılan arkeolojik araştırmalar Türk tarihinin, M.Ö. 30002500 yıllarına kadar gittiğini göstermektedir. Türklerin ana yurtları konusunda tarihçiler ve dilciler arasında çeşitli görüşler mevcut ise de, biz kitabeler üzerinde yapmış olduğumuz incelemeler ve Orta Asya’nın coğrafi durumuna bakarak tarihi Türk yurdunu Selenga Orhun kıyıları olması gerektiği düşüncesindeyiz. Tarihçe: Orhun kitabelerinde ilk defa 717 yılındaki ayaklanmalar münasebetiyle zikredilen Uygurlar, Çin kaynaklarında adlarının türlü şekilleri ile anılmışlardır: Hoeiho, Veiho, Çince Kiu Wu Tai adlı eserde: “Şahin sür’ati dolaşan ve hücum eden” diye açıklanmaktadır.

Uygur adı, manası ve etimolojisi hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Yukarıdaki anlamın yanında “çukur” ve Nemeth’e göre de “takip etmek”ten türemiş olduğu, Ebu’l Gazi’de “Uymak”, “Yapışmak” fiillerine dayandığı, Kaşgarlı’da ise “kendi kendine yeter” manasında kullanıldığı, çeşitli rivayetlerle anlatılmaktadır. Genellikle Uy+Gur şeklinde geliştiği “akraba, müttefik” ve OnUygur adının da “On müttefik”ten türemiş olduğu yolunda açıklamalar bulunmuştur.

Çin kaynakları, Uygurların Kök Türkler (Göktürk) gibi Hunların neslinden olduğu yolundaki haberlerde hemfikirdirler ve KökTürkler gibi onların da kurttan türediklerini söylerler. Fakat bunun yanı sıra Uygurların iki ağaçtan türediklerine dair efsaneler de vardır ve Uygurlara ait en eski kayıtların M.Ö. 176 ve 43 yıllarında Issık Göl civarındaki kalıntılarda bulunduğu söylenmektedir.

Kök Türkçe kaynaklarda ve Çin yıllıklarında 716 yılına kadar Uygurların önemli bir faaliyeti görülmemektedir. Demek ki, Aşina Hanedanlığı kuvvetli olduğu müddetçe onlara sadık kalmayı tercih etmişlerdir. 716 yılında bilindiği üzere Kapgan Kağan’ın çocukları ile İlteriş’in oğulları arasında taht için kıyasıya bir mücadele başlamış idi. Fakat bundan önce, Ötüken’de hakimiyet kuran Tokuz Oguzların Kağanlığı’na Uygurlarında sahip çıktıklarını görüyoruz. Klyaştorny’a göre Tokuz Oguzların bu kağanlığı Boz Oklardan Bedi Bersil ve Kadir Kasar’ın ihaneti sonucu yıkılmıştır.

Bilge Kağan’ın 734 senesinde ölümünden sonra, yerine geçen oğulları devleti ellerinde tutamamışlardır. İçten ve dıştan vurulan darbeler neticesinde devlet çökmeye başlamıştı. 73940 yıllarında Mayın Çor tarafından Tokuz Oguzların katılmasıyla On Uygur ittifakı meydana getirildi. 748 yılında milletin de devletin de katıldığı Atalar Mezarlığı’ndaki kurultaydan sonra Türk devletinin başına Uygurlar geçirildi. Bu hadise Terhin ve Şine Usu Yazıtlarında şöyle anlatılmaktadır: “İt yılında (746) Üç Karluklar kötü düşünüp kaçtılar. Batıya On Oklara sığındılar, orada onlara tabi oldular. Üç Karluklar domuz yılında (747), Tokuz Tatarlar, Tokuz Buyruk bin komutan ve halk ayağa kalkarak, Köl Bilge’ye maruzatta bulundular: ‘Atalarınızın ünü vardır. Ötüken ülkesi sizde, yönetin’ demişlerdir.

Tay Bilge Tutuk orada yabgu atanmıştır. Ondan sonra sıçan yılında (748) Atalar Mezarlığı’nda ‘güç halktır’ denmiş. Halk da ‘atalar mezarı sizde gücün kaynağı sudur’ diyerek ayağa kalkmışlar ve kağan tayin etmişlerdir. Uygurların ilk kağanı Kutlug Bilge Köl Kağan, Husu adında bir İlteberin oğlu olup, Çin kaynaklarında adı Yehu Chiehli Tu fa ve Kuli’peilo şeklinde geçmektedir ve kağanlık unvanı Kutulu P’i chi’a Ch’üeh biçiminde transkripsiyon edilmiştir.

Orhun kıyısındaki başkenti Ordu Balık şehrini (sonraki Karabalgasun yakınında) kuran ilk Uygur Hakanı Kutay Bilge Kül 747’de öldü. Yerine oğlu Mogançor (Bayançor) kağan oldu. Talas muharebesi (751) İslam kuvvetleri ile Çinliler arasında yapılan ve sonuç itibariyle Tarım Havzası’nın Uygurlara geçmesini sağlayan bir savaştır.

759’da devletin başına geçen Bögü’nün niyeti Çin’e hakim olmaktı. “Loyang seferi (762) Türk kültür tarihi bakımından da önemli neticeler doğurdu. Hakan Ötüken’e dönerken, Uygurların hayat ve telakkilerinin değişmesi bakımından çok tesiri görülen Mani dinini Türkler arasında yaymak için dört rahibi de beraberinde getirmişti. Böylece hayvani gıdalar yemeği yasaklayan, savaşçılık duygusunu zayıflatan, Hıristiyanlık Mandeizm Budizm karışması bir din olan Maniheizm hakan tarafından kabul edilerek Türk ülkesinde resmi bir mahiyet aldı.

Kırgızlar 840 yılında kalabalık kuvvetlerle Uygur topraklarına girdiler, başkent BeşBalık’ı zapt ederek son hakan Hosa (83940) öldürdüler. Ahaliyi kılıçtan geçirdiler. Ötüken’de devletleri yıkılan Uygurlar kütleler halinde yurtlarını terk ederek Karluk ülkesine, Çin sınırlarına ve daha kesif olmak üzere zengin ticaret merkezlerinin bulunduğu İç Asya’ya göçtüler.

Bozkır felaketi sonucunda büyük bir kısmı Tarım Bölgesi’ne gelen Uygurlar burada “merkez Hoçu olmak üzere T’ienşah (İslâmî kaynaklarda: Tafkan) Dağları’nın güney eteklerinde, Tarım Çölü’nün başladığı yere kadar olan kısımdaki vahâda şehirleri ile (batı da Kuço’ya kadar) aynı sıra dağların kuzeyindeki yayla şehirlerinde, siyasi bakımdan ikinci kültür bakımından birinci derecede bir güç olarak Moğol Devri’ne kadar hüküm sürmüşler idi.”

“Uygurların Burkancılık ile olan temasları ise VII. yy.’a rastlar. Ötüken’de devlet zoru ile kabul ettirilmiş Mani dini, 840 yılında Uygur Devleti’nin yıkılması ile rağbetten düşmüş ve Hoçu’ya sığınan halk eskiden beri benimsediği tarımcılığa yeniden rahatça dönme fırsatı bulabilmişti. Bununla birlikte yukarıda gösterildiği gibi Mani dini bir süre daha revaçta kalmıştır.

IX. yy.’dan itibaren artık yerleşik hayata tamamiyle alışan Uygurlar şehirlerinde çok eskiden beri tanıdıkları Burkancılık ile daha yakından ilgilenme fırsatını buldular. Turfan ovası esas itibari ile Tanrı Dağları’nın eteklerinde bulunuyor ve bu sebeple kuzeyden, Selenga ve Orhon bölgelerinden gelen Uygurların yaşaması için çok müsait imkanlar taşıyordu.

Turfan bölgesinde Uygurlardan kalma “Karahoca (hoça olmalı) denen kısımlarının eteğinde iki şehir harabesi görülüyordu. Bunlardan ovanın içinde olanı Karahoto şehiri tepeciklere yakın olanı ise meşhur Hoço Şehri idi. Hoço, bir Uygur şehridir. Bu şehre “idikut şehri” de denirdi. Bu şehrin böyle adlandırılmasının sebebi, Uygur Devleti’nin merkezi olması ve Uygur kağanlarının orada oturması idi.

Budizm, Mani vesaire gibi dînler dışında Hıristiyanlık da Uygurlar arasında nisbî bir intişar sahası bulmuştur. Bu dînin yayılım kaynağını bilhassa Nestorîlerin vücuda getirdikleri koloniler teşkil etmekte idi. Bütün gayretlerine rağmen Hıristiyanlık Uygurlar içerisinde geniş bir sempati kazanmamış ve bu yüzden Uygurcaya diğer dinlere ait olanlara nisbetle, Hıristiyanlığa ait çok az unsur girmeğe muvaffak olmuştur.

Uygurların ilk devirlerine ait olup eskiden beri İslam ve Batı dünyalarınca tanınmış yazılı Uygur eserleri de yoktu. Ancak XIX. yy. sonlarından itibaren Doğu Türkistan’da eski Uygur şehirlerinde yapılan araştırmalar bu sahaya aydınlık getirmiş ve bu medeniyetin ehemmiyeti hakkında dikkati çekmiştir. Çeşitli medeniyet eserleri ve birçok dil malzemesi elde edilmiştir.

Uygurlardan sarih olarak kendi adlarıyla bahseden ve onlara dair çok değilse bile bir hayli çeşitli bilgiler veren ilk İslam müellifi Kaşgarî’dir.

Uygur Devleti 940’tan sonra ve daha sonra 1028’lerde Tangutların nüfuzu altına girdi. 1226’da da Cengiz Han Moğollarının tahakkümü altına düştü. Kançou Uygurları daha o sıralardan beri “Sarı Uygurlar” diye bilinen Türk topluluğudur ki hâlâ Batı Çin sahasında yaşamaktadırlar.

911 tarihinden itibaren Doğu Türkistan Uygur devleti de müstakil olmuştu. Bundan sonra güneyde Tibet Batı Türkistan’da Karluk bölgesinde sınırlı ve başlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş Balık, Kuça, Hami olan ülkelerini müdafaa ile iktifa ederek san’at, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur Devleti ile siyasî hadiseler hakkında fazla bilgi görülmüyor.

Doğu Türkistan Uygur Devleti’nde öteki Uygur kolunda olduğu gibi Budizm çok yayılmış, hatta Maniheizm’den üstün bir mahiyet almış, bunun yanında Nasturî Hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere İslamiyet tesirlerini göstermiştir. Müslüman Türk Karahanlılar, Kaşgarlı Mahmud’un eserinde (1074) de “kafir” diye bahsedilen Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur memleketinde İslamiyet’i yaymağa çalışıyorlardı. Sonra İslamiyet Çin’e Uygurlar aracılığı ile girdiği için orada ilk Müslüman Çinlilere Hueiho (Uygur) denilmiştir.

Doğu Türkistan Uygur Devleti 1209’da Cengiz Han’a bağlandıklarında İdiKut Barçuk bulunuyordu. 1283’te ise Kubilay Han tarafından BeşBalık şehrine bir vali tayin edilmiştir. Çağatay hanedanından Tarmaşırın 1326’da İslamiyeti kabul ederek Alaeddin adını aldıktan sonra Uygurlar içerisinde Müslümanlık yayılmaya başladı. 15. yy. başlarında Çağatay Hanedanlığı’nın idaresinde bulunan Turfan ve Kumul (Hami) bölgesinin Uyguristan olarak anıldığı söylenmektedir. Bu bölgede hem Müslüman, hem de gayrimüslim Uygurlara rastlanıyordu. 1509’da Turfan hanı olarak Ahmed’in oğlu Mansur (ölm. 1543) seçilmişti. 16. yüzyılın ikinci yarısında Turfan Uygur hanları arasında kardeş kavgaları başladı ve bu durum onların çökmesine sebep oldu. Uygur Hanlığının yıkılışıyla Çin’deki Türk hakimiyeti de sona ermiş, Uygur tüccarlarının işi bozulmuş, Mani dini büyük darbe yemiştir.

Doğu Türkistan 15. asrın sonlarıyla 16. asrın başlarında Temür Hanedanlığı’nın etki sahasına girdi. 1606 ise bu bölgenin idaresi Çağataylılardan Emir İsmail’in eline geçmiş ve böylece Hocalar (Haceler) Hanedanı başlamış oldu.

Dil ve Edebiyat

Eski Türkçe Dönemi içerisinde yer alan Uygur Türkçesi KökTürk Türkçesine göre bazı fonetik, morfolojik, leksikolojik değişme ve gelişmeleri bünyesinde barındırmıştır. Metinlerde kullanılan dil bir önceki döneme göre, özellikle tercümenin yaygınlaşması, dini mahiyetli metinlerin çoğalması ile yabancı kelime varlığı dilde artmaya başlamıştır.

“Eski Türkçe” tabirinden Türklerin İslam dinini kabul etmeden önce Moğolistan bozkırları ile Tarım Bölgesi ve civarında kullandıkları dili anlıyoruz. Dilin iç yapısı ve ifade edilen dünya görüşü bakımından ET’yi iki ayrı bölümden mütalaa etmek daha doğru olacaktır: 1. KökTürkçe bazı araştırıcılara göre hususiyle O. Pritsak’a göre: Türkütçe ve 2. Uygurca dır.

Uygurların dili hakkında Kaşgarî’den az, fakat kıymetli bilgiler almaktayız. Kaşgarî aradaki dini düşmanlık dolayısiyle Uygurlarla Karahanlıların yakın akrabalıklarına belirtmekten hoşlanmıyor fakat yer yer yaptığı tasnifler, verdiği teferruat bu sıkı yakınlığı ifşa ediyor. Kaşgarî Uygurcayı ilkin Halis Türkçe, sonra onun içinde En Doğru Türkçe sınıflarına koymaktadır. Ona göre en doğru Türkçe Hakaniye (Karahanlı) ve Uygur lehçelerini de içine almak üzere Doğu Türkistan’da ve Yedisu’da konuşulan lehçeler grubudur. I, 30. 1.

Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Doç. Dr. Sultan Mahmut Kaşgarlı’dan yaptığı alıntıda Uygur Türkçesini: 1) Eski Uygurca 2) Orta Uygurca 3) Yakın Uygurca 4) Yeni Uygurca olmak üzere 4’e ayırarak eski Uygurcayı Türk boylarının ve bu boylardan biri olan Uygurların M. S. VII. ve VIII. yüzyıldan X. yy. ’a kadar kullandıkları yazı dilidir. Bu devre Uygurcada eski Türkçe içinde yer alır demektedir.

Babasının ölümü üzerine tahta geçen Moyon Çor (Bayan Çor) Türk tarihine ve dil yadigarlarına önemli bir yazıt bırakmıştır. Karabalgasun Yazıtı olarak bilinen bu kitabe Türkçe, Çince ve Soğdca olarak yazılmıştır. Bu yazıt üzerine Ramstedt, B. Ögel, Ş. Tekin çalışmalar yapmışlardır.

Uygur Türkçesiyle yazılmış olan yazmalar Çin Türkistanı’ndaki Turfan ve Miran’daki şehir harabelerinde, Kuzeybatı Çin’in Kansu eyaletindeki Tunghuang ve Estengol’da bulunmuşlardır. Uygurca yazmaların büyük kısmı bugün Berlin’deki Alman Bilimler Akademisi’nin mülkiyetindedir; diğer koleksiyonlar, Moskova Asya Müzesi’nde, İngiltere’de British Museum’da, Paris’te Bibliotheque Nationale’de ve Guimet Müzesi’nde, Stockholm’da, Dr. Hedin Koleksiyonu’nda, Pekin’deki Çin Akademisi’nde ve nihayet Kyoto ve Nagoya’da Japon mülkiyeti altında bulunurlar. Uygurların kültürü, Çin, Hint, Tohar ve İran tesirlerini taşır.

KökTürk kitabelerinin diline göre, Uygur yazmalarının dilinde farklılıkların ortaya çıkması, çeşitli siyasi hadiselere bağlanabilmiş/bağlanabilir olsa da, Uygur Dönemi Türk dilinde ağızların teşekkül ettiği bir kısım örnek kelimelerden tespit edilebilmektedir. Kitabeler ile mukayese edildiğinde “n” ağzı “y” ağzı diyebileceğimiz ağızların teşekkül ettiği görülmektedir. Budist ve Mani metinlerinin büyük bir kısmı ve pek çok yazma “y” ağzına girer. Ancak sapmalar bir kaide teşkil edecek şekilde değildirler. Mesela kitabelerde sub “su”, kubrat “toplamak, yığmak”, “ ben” ve “bin” ben ve bing veya bıngdır; fakat bazı kitabelerde men ve ming şekilleri de vardır. Daha sonraki n veya y çoğunlukla ny’dir: kony, anyıg gibi. y ağzında koy, ayıg; n ağzında kon, anıg olur. Mani yazmalarının çoğu ve bazı KökTürk harfli yazmalar bu ağzın izlerini taşır. Kitabelerdeki ny, n olmuştur. Brahmi yazmaları imla bakımından bir birlik arz etmezler. Aynı kelime veya ek bazan aynı yazmada dahi değişik yazılmaktadır. Çok az sayıdaki Hıristiyanlıkla ilgili metinlerin y ağzından biraz farklı olduğunu tahmin etmek güç değildir. Muhtemelen bu metinler başka bir ağzın ürünleridir.

Uygur edebiyatının, gerek kaynaklarının karakteri, gerekse malzemenin kıtlığı dolayısıyla şimdilik özel kişilerinden yoksun, ‘anonim bir edebiyat’ olarak nitelendirmek zorundayız. Uygurcanın ilk nümunelerini Kök Türk alfabesiyle yazılmış İl İtilmiş Kağan Yazıtı (bk. Şineusu, 747759) ile iltutulmuş (Bügü) Kağan devrinde Tarım Bölgesi’nde Uygur alfabesiyle yazılmış metinlerde buluyoruz. Hoço’da bir burkan manastarının “Vakıf Kitabesi” olarak vasıflandırılabilecek yazılı ağaç kazığı (bk. F. W. K. Müller, Zwci Pf.) Mani dininin Ötügen Uygurları tarafından resmen devlet dini olarak kabul edildiğini (762763) ifade eden metin (bk. TT II) ve belki bir süre sonra yine mani muhitinde Uygur ve mani alfabesiyle meydana getirilmiş çeşitli eserler (bk. M. IIII.) 9. yüzyıldan itibaren Burkancı Uygurların giriştikleri büyük tercüme faaliyeti ile Türkçe, belli ve düzenli bir ifade gücü kazanmıştır.

Altın Yaruk adlı bir eser Çinceden, Sıngku Seli adında bir Uygur tarafından X. yüzyıl başlarında tercüme edilmiştir. Aynı Uygur aleminin Çinli burkan hocası Hüantsan’ın tercümei halini de tercüme ettiğini biliyoruz. Avadana ve jatakaların (Burkan azizlerin eski hayatlarını, halkdan menkıbeler) Taharcadan tercüme edildiği ele geçen birkaç zeyilden öğreniyoruz. (bk. U IV, 6 s. vd.)

Uygur Türkçesi dil yadigarlarından şiir olanları R. R. Arat (bk. ETŞ. Ankara 1986) Eski Türk şiiri adı altında çevriyesi ile günümüz alfabesine aktarmış ve bunları bugünkü Türkiye Türkçesi yazı dili ile ifade etmiştir (onun tabiri ile tercüme). Bu şiirler Asat tarafından tasnife tâbi tutulmuştur. Bu tasnif Mani muhitinde yazılanlar, Burkan muhitinde yazılanlar, İslam muhitinde yazılanlar şeklinde oluşturulmuştur.

Bu metinlerin pek azı Mani dini çevresinde büyük çoğunluğu ise Budizm inancı çevresinde söylenmiş manzum parçalarıdır. Bu manzum parçaların belli başlı özellikleri kısaca şunlardır:

  1. Metinler genellikle dörtlükler halinde yazılmaktadır. Dini hikayelerde bu kurala tam olarak uyulmaz. Mısra değişebildiği gibi dörtlük şeklindeki söyleyişler de görülebilir.
  2. Metinlerde kafiye satır başındadır. Eğer baş kafiye bir ünlü (vokal) olursa bu ses aynen tekrarlanır. aaaa, iiii gibi a~i, o~u, ö~ü değişiklikleri mühim değildir. Çünkü baş kafiye göz içindir. Baş kafiye bir ünsüz olursa, o zaman ünsüzden sonra gelen ünlü de aynen tekrarlanır: ba ba ba ba, çe çe çe çe vs. gibi.
  3. Dörtlükler çoğu zaman kendi içlerinde bir bütündür. Fakat birçok örnekte de dörtlüklerin ikinci dörtlükte tamamlandığı görülmektedir. Uygur şiir ve şiir sanatı ile ilgili terimleri ifade etmek için kullanılan tabirler şunlardır:

BAŞ, BAŞİK: “ilahi” manasına gelen Soğdca ve Orta İranca bir kelimedir; yalnız Mani metinlerinde geçer.

IR, YIR: Bu tabirin bugüne kadar muhafaza edilen her iki manasının Mahmud Kaşgaride buluyoruz bk: II 14/9, yır koş “koşma, türkü düzmek”

KAVİ (<skr. KAVYA): Daha çok bir üslup hususiyetine işaret eden bu kelimenin asıl manasını ve Türklerin daha çok dünyevî şiirler için kullandığını tahmin edebiliriz, tabii kat’i değildir. (krş. ETŞ, XV. s. vd.)

KOJAN: Altay Türkçesinde kojoıî (şarkı, türkü) şekli<kojaıî üzerinden koşaıî~koşag inkişafına bağlanabilir. ıî<g değişmesi kalın sırada da kendisini gösteriyor, demektir.

KOŞMA: Mana bakımından koşug’un müteradifi olarak kabul edilebilen koşma nispeten yeni bir şekil olup cüz’î değişiklikler ile bugünkü şivelerde yer almaktadır.

KOŞUG: Nazım manzûme, manzum parça ve şiir mefhumunun ifadesi için, daha çok koşug (<koş(u)g) tabirinin kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır.

KÜG: Aprınçur Tigin manzumelerinde (ETŞ, 1418. s. arası) bu tabir bir defa takşut ile geçmektedir. Küg tabirinin de nazım, şiir, türkü, ır vb. gibi bir çeşit ifade etmiş olduğu neticesine varılabilir.

PADAK (skr. PADAKA): Nisbeten az kullanılan padak (<skr. padaka “şiir, bir şiir’in dörtlüğü dörtte biri”

ŞLOK (<skr. SLOKA): Beyit veya manzume manalarına gelen bu kelimenin de aslı Hintçedir. Türkçe asıllı takşut ile birlikte sık sık kullanılmaktadır. (krş. ETŞ XVIII. s)

TAKMAK: Takşut ile aynı kökten geldiğini düşünebildiğimiz takmak tabirinin bugünkü şivelerde kullanışı için Radloff takmak (Tob.) “bulmaca, atalar sözü” (Kazan) “Türkü”.

TAKŞUT: Eski Türkçe içinde bilhassa burkancı Uygur muhitinde geniş ölçüde kullanılmış olduğu görülen takşut tabiri daha sonraki devirler de pek rastlanmamaktadır. Bu tabir çok defa şlok (<skr. sloka “nazım, şiir”) ile birlikte geçer.

Şahsiyetler

Eski Uygur Dönemi’nde yaşamış ve bu dönemde edebi ürünler vermiş olan kaynaklarda notları geçmekte olan Türk şair ve edipleri şunlardır:

  1. APRINÇUR TİGİN: Mani kültürü muhitine dair şimdiye kadar adı bilinen en eski Türk şairi Aprınçur Tigin’in iki manzumesi muhafaza edilmiştir. (bk. nr. 3 ve 4)
  2. KÜL TARKAN: Ancak kayaklardan adı tesbit edilebilen Kül Tarkan’ın şiirleri maalesef bize kadar gelmemiştir.
  3. SINGKU SELİ TUTUNG: HüenTsang’ın meşhur seyehatnamesini X. asrın ilk yarısında Türkçeye çevirmiş olan Sınğku Seli tercümeyi kavi uslübu ile kaleme almıştır. Bu başarısından dolayı kendisinin Türk Şairleri arasında zikredilmeğe hak kazanmış olduğunu zannediyorum.
  4. KiKi: Barkan kültürü muhiti içinde dini manzumeleri bulunan (bk. nr. 19: krş. bir de nr. 20) bu şairin kaydı için bk. 19 B1314: tatulap yeyip men kiki tak şutta intürü tegindim “ben kiki seçip toparlayarak, nazma düşünmeğe gayret ettim.
  5. PRATYAŞİR: Burkancı mezhep salikleri ismi ile zikredilen ve ruhani zümreye dahil bulunduğu anlaşılan bu şairin asıl Türk adı belli değildir.
  6. ASIG TUTUNG: Aslında müstensih sıfatı ile adı geçen bu zatın 15. parçanın sonunda muntazam dörtlükten ibaret kaydı bulunmaktadır.
  7. ÇIŞUYA TUTUNG: Manzumenin sonuna ilave edilen kayıttan kendisinin müellif olduğu anlaşılmaktadır. Eser son kafiyeleri bakımından hususi bir ilgiye değer.
  8. KALIM KEYŞİ: Bir konu eksik uzunca bir dini metni nazmetmiş olan ve ruhani zümreye mensup bulunan bu şairin kaydı için bk. 19 109112
  9. ÇUÇU: Mahmud Kaşgari’de (trk. terc. III. 2387) “Bir Türk şairinin adıdır kaydı ile geçen Çuçu’nun eserlerine henüz sahip bulunmamaktayız.
  10. YUSUF HAS HACİB: Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra yazılıp bize kadar gelmiş olan ilk eserin (XI. asrın ortaları) şair ve mütefekkir müellifi ile Türk edebiyatında yeni bir devir açılmıştır. Şairin idealist şahsiyeti, eserin Türk kültürü tarihi ve ictimai teşebbüsü bakımından mühim bir vesika hüviyeti taşıması, geniş muhitin ilgisini çekmiş ve onu Türk fikir hayatının canlı bir nümunesi haline getirmiştir.

Eserlerden Örnekler

  1. Mani Muhitinde Yazılan Eserler

R. R. Arat, bu muhitte yazılmış toplam 7 manzume tespit etmiştir. Bu manzumelerden ilk 3’ünde ses ahengi, ses, hatta mısra ve mısraların tekrarı ile temin edilmiştir. (Geniş bilgi için bk. ETŞ, s. 3 vd.)

tang tengri kelti tan tanrı geldi
tang tengri özi kelti tan tanrı kendisi geldi
tang tengri kelti tan tanrı geldi
tang tengri özi kelti tan tanrı kendisi geldi

(ETŞ, 1. Metin, s: 89)

  1. Burkan Muhitinde Yazılan Eserler

R. R. Arat’ın bir araya getirdiği Eski Türk Şiiri’nde Burkan (Buddha) muhitinde yazılmış manzumelerin 25 esere ait olup 140 nüsha tutmaktadır. Bunların hepsi de dini olan bu parçaların bu havaya yakından vakıf olan zaviye sakini veya talebe veya ulemâ tarafından kaleme alındığı anlaşılmaktadır. (geniş bilgi için bk. ETŞ. s. 61 vd.)

busulmaksız nom oguşka kirmek bölükte
bulung yıngag sayu kelmiş bodisatavlar
bulıdçılayu yıgılmış toy kuvrak ara
burkan oglı tolpı tüzün ugan arsınıng
değişmeyen töre faslına giriş bölümünde
her yandan her köşeden gelmiş bodhisattvaların
bulut gibi toplanmış olan topluluğu cemaati arasında
burkan oğlu zahid tolpı tüzün ugan’ın

(ETŞ. 9. metin, s. 7273)

  1. İslam Muhitinde Yazılan Eserler

Türk kültürü merkezlerinden biri olan Turfan ve civarında yapılan hafriyatta diğer yazmaları ile birlikte meydana çıkan eserler arasında ancak birkaç sahifesi muhafaza edilmiş olan bir mecmua içinde, Türk İslam muhitinde kaleme alınmış birkaç manzume bulunmaktadır.

aklar bulut örlep kükirep ak bulutlar yükselip gürleyerek
alkuka mu kar yagurur her tarafa kar mı yağdırır;
ak bir saçlıg karı anam ak saçlı o ihtiyar annem
açıyu mu yaşların akıdur acılar içinde mi göz yaşlarını akıtır

(ETŞ. 28. metin, s. 248249)

  1. Diğer Eserler

4.1. Altun Yaruk: Mahayana Budizmi’ne ait bir sutra kitabıdır. Aslı Sanskritçedir. 8. yüzyılda Çinceye, muhtemelen X. yüzyılda da Uygurcaya çevrilmiştir. Çevirisi Şingko Şeli Tutung’dur. Uygurca nüsha, çevirisi veya müstensihler tarafından eklemeler yapıldığı için, Çincesine göre daha ayrıntılıdır. Eser Çinceden çeviridir. Çincesi de Sanskritçeden çevrilmiştir. Mahayana Budizmi’ne ait bir eserdir. Eser, daha çok Altun Yaruk ‘Altın Işık’ adıyla bilinmektedir. Tam adı şudur: Altun önglüg yaruk yaltrıklıg kapda kötrülmiş nom iligi ‘Altın renkli, parlak, en üstün sutra hükümdarı. Eser, Sutra kitabıdır; Budizm’in çeşitli cepheleri üzerinde Buda’nın konuşmalarını içine alır. Her bölümde ayrı bir konu ele alınır. Buda’ya yöneltilmiş bir soru ile konuya girilir. Sorulan soru, araya hikayeler de katılarak Buda’nın ağzından cevaplandırılır.

(1) bilmez ertim.. yene mıntıda (adın) (2) neçe neçe ki (şiler) ning (sansız) (3) sakışsız özlüglerig ölürmiş (4) lerin körtüm.. neng inçip nom monı teg (5) belgülüg odgurak tüşinge tegmiş (6) lerin idi körtüküm yok erti.

“bilmez idim. yine bundan başka nice nice kişilerin sayılmayacak kadar çok canlıları öldürmüşlerini gördüm bunu düşünüp bunun gibi belli açık düşüne ulaşmışların sahibini gördüğüm yok idi. ” (AY, s. 63)

4.2. Üç İtigsizler: Buddhist edebiyat tarihinin en önemli şahsiyetlerinden Vasubendhu’nun Abhidharmakosasatra adlı eserine Sthiramati’nin yazdığı tefsirin,

Abiderim şast(i)rtakı çınkirtü tözlüg yörüglerning kingürü açdaçı tikisi (skr. Abhidharmakosabhasyatıka tatvarthanama) adlı Eski Uygurca çevirisinin el yazması bugün Or. 8212. 75A/B numarası ile iki cilt halinde Britsh Museum’daki yazmalar arasında muhafaza edilmektedir. El yazması Sir Aurel Stein tarafından 1907 yılında bulunmuştur. Yazma Or. 8212108, Or. 8212109 gibi bağlı kitap tarzındaki diğer buddhist Uygur metinlerinin de bulunduğu 14. yüzyılın ilk yarısını içine alan dönemin 181 (ve muhtemelen) 182 nolu Tunhuang Buddhist Uygur manastırlarına ait yazmalardandır. 97b

(1) kaltı yol kirtü erür tip. neçe aşnu akıglıgıg yorgüte öngi

(2) kiterü tüketser yme amtı akıgsızıg yorgüte tutuldurmasar sizin

(3) miş üçün sizingülük bolgay sudurandiki ni’kaylıglar sözlegüçi öng

“Her ne kadar daha önce Asravalı’yı izah ederken (yol gerçeğini) tamamen çıkartsa da şimdi Asrava’sızı izah ederken alıkoymasa, sautrantika okuluna mensup olanların söylediği (yol gerçeği) renk (rupa) ile birleşerek toplu olarak Asravalı ve Asrava’sız imiş. (Üİ, s: 11)

4.3. İyi ve Kötü Prens Öyküsü: Çin’deki Dunhuang Mağarası’nda bulunmuş olan ve X. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen seksen sayfalık Uygurca bir el yazmasını konu edinmektedir. Birçok sayfaları eksik olan bu yazma, Paris Bibliotheque Nationale’de “Pelliot Chinois 3509 kayıt numarası ile saklanmaktadır. Yazar, aynı konuyu işleyen ve yalnızca iki sayfası bulunabilmiş olan, Londra’da Britsh Museum’daki “Or. 8212” kayıt numaralı Uygurca başka bir el yazmasını da “A kalıntısı” başlığı altında eserinde incelemiştir. Her iki yazma da Buddhacılığın aslı Çince olan klasik bir öyküsüne dayanmaktadır. Çeşitli Asya dillerinde de çevirileri bulunan bu öykü Uygurca el yazmasında, ayrı bir üslupla ve Türk zevkine uygun olarak anlatılmaktadır. Ayrıca söz konusu yazmalar, yazarın da belittiği gibi, Türk dilinin X. yüzyıldaki özelliklerini aksettirmek bakımından Orhon ve Yenisey’de bulunmuş Run harfli Türk yazıtları kadar önemli eserlerdir.

taşkaru ilinçüke atlanturdı erti.
balık taştın tarıkçılarag
körür erti kanık yerig sukayu
öl yerig taruyu kuş kuzgun
sukar yorıyur sansız tümen
özlüg ölürür.

“dışarıda eğlenmek için (prens) ata binmişti. O şehrin dışında çiftçileri görüyordu. Onlar kuru toprağı sularken, yaş toprağı işlerken kuzgun (gibi) kuşlar gagalayarak geliyor, binlerce ve onbinlerce yaratığı öldürüyorlar”

  1. ertimlig turur… öz yaş kentü ürlüksüz
  2. mengüsüz erür ed tavar kentü artayur…
  3. buzulur yok kurug emgek özlüg
  4. adalıg turur.. anı üçün inçe sakayu
  5. tegintimiz

“fanidir.. hayatın, ömrün kendisi daimi ve edebi değildir.. Mal mülk kendiliğinden mahvolur, bozulur. Yokluğun menşei ızdıraptır ve tehlikelidir. Bundan dolayı biz, aciz kullar şöyle düşündük.

4.4. Maytrısmit (Uygurca Metinler II): Eserin üç nüshası bulunmaktadır. I. Nüsha ikinci Turfan arkeoloji heyeti (19041905) tarafından Sengın (Senggin) kasabasının yanındaki aynı adlı anılan bir nehrin batı kıyısında, kayalara gömülü on iki Burkan manastır kütüphanelerinde bulunmuştur. II. Nüsha Sengin’den başka kuzeyde Murtak adlı bir çay vardır. Nehrin kıyısındaki manastırlarda eserin diğer bir nüshası bulunmuştur. III. Nüsha yine Sengin’de bir başka nüshadan yalnız iki yaprak bulunabilmiştir ve bunlardan yalnız birinin tıpkı basımı verilmiştir.

Uygurca metin, Parajnaraksita adlı biri tarafından Türkçeye (Türk dili) Toharcadan (tohrı tili) çevrilmiş, (evir.) Toharcası ise (yk. bk.) yeniden ele alınarak Hintçeden çevrilmiştir. (yarat) Uygurca metin de, Hînayâna mezhebinin Vaibhâsika tarikatına aittir. Bu eser burkancıların mehdisi (hidayete erdirici) Maitreya ile buluşma Uygurca ibtidâî bir dram tarzındadır. Bu eser de göstermektedir ki Uygurlar IX. ve X. yy. da Hoçu’da basit dram türünü dini konulara uygulamışlardır.

4.5. Uygurca Masallar: Bu hikâye ve masallarda Hintçede jataka veya avadanamala denilen Burkan’ın ve diğer burkancı velilerin geçmişteki hayatları ve maceraları anlatılmaktadır. Bu masallar ayrıca sadece okutmak için değil, temsil edilerek dramlaştırılarak halka sunuluyordu. Çaştani Beg, Şeytan Atavaka vb.

4.6. Burkan Dinini Öğreten Mukaddes Kitaplar: Burkan dininin mukaddes kitapları ‘üç sepet’ adı verilen bir külliyat içinde bir araya toplanmıştır: 1) Sütralar 2) Vinayalar 3) Abhidharmalar

Sütra: Uygurcada nom, nom sudur, nom bitig ve sudur adı verilen bu mukaddes kitap türünde, gerek tarihi Burkan’ın ve gerekse bütün Burkanların verdikleri veya vermiş olduklarına inanılan vaazları bir araya toplanmıştır.

Abhidharmalar: Konusu umumiyetle felsefi olup kişilikleri hakkında bazı hallerde bilgi edinebildiğimiz şahıslar tarafından herhangi bir dini felsefi meselenin izahı için kaleme alınmıştır. Tunhuang’da bulunmuş bir şiir mecmuasında otuz sahifelik mensur bir felsefi bir risale vardır; yazarının Vapşı Bakşı adında bir Uygur olduğunu bildiğimiz bu eser Türk düşünce tarihi bakımından çok mühimdir. Uygur Dönemi’nde KökTürk harfleriyle yazılmış bulunan Suci Yazıtı, Şineusu Yazıtı ve Elegeş Yazıtı Türk dili kültürü ve edebiyatı tarihi bakımından önemli eserlerdendir.

Kutadgu Bilig: Bu eser Yusuf Has Hacib tarafından XI. yy.’da Arap harfleriyle Karahanlı Türkçesi ile yazılmış olmakla birlikte eserin Herat nüshası Uygur harflerine çevrilmiştir. Eser üzerinde Reşit Rahmeti Arat, edisyon kritik metin çevirisi, indeks ve tercüme çalışması yapmıştır. Uygur Türkçesi ses, şekil, kelime ve cümle bahisleriyle ilgili geniş bilgi için (bkz. Ş. Tekin “Eski Türkçe” TDK. cilt 2, 2. bsk. , s. 73115; C. Şanlı, Eski Türk ŞiiriİncelemeMetinİndeks, Edirne 1992, Yayınlanmamış Doktora tezi, sayfa: 132

Yazı

Uygurcanın yazıya geçirilmesinde kullanılmış olan, Uygur, Soğd, Mani, Brahmi, Tibet yazıları, Uygur Türkçesinin fonetik ve fonolojik yapısının tam tespitini mümkün kılmamaktadır. Kullanılan bütün yazı sistemleri kendi yapıları gereği eksik kalmakta idi; bu başka ifadeyle Uygur Türkçesi bir metin farklı alfabelerle yazılınca farklı bir fonetik düzen ortaya çıkıyordu. Uygurların en çok kullandıkları yazı sâmi asıllı Soğut yazısından doğmuş olup bugün Moğol, Mançu yazısının esasını teşkil etmiştir. Soğut kökenli olan yazı batıda oturan Türklerce Doğu İran’dan alınır. İlk olarak ne zaman kullanılmaya başladığı tam bilinmez. VIII XV. yy. da yaygın biçimde kullanılır. İlk olarak Budist metinlerin Türkçeye çevirilerinde geçer. Bu yazı ilk saptanmış metinlerin çoğu Uygurlardan kaldığı için yazıya “Uygur Yazısı” adı verilir. Tüm Uygur kültürü bu yazı iledir. Yazı 23 yazaçtan (C. Ş: harften) oluşur. Türklerin kullandıkları yazılar içinde Türkçenin yapısına en ters düşen yazılardan biridir. Yazıda k/g, p/b, h/ğ ve o/u, ö/ü sesleri ayırtılmaz. Önceleri sağdan sola yazılır. XIV. yy.’dan sonra Çin yazısının etkisiyle yukardan aşağıya yazılmaya başlanır. XIII. yy.’da bu yazıyı Moğollar Uygurlardan alarak kendi yazılarını geliştirirler. Hakanilerin resmi yazısı olur. Mançular da bu yazıyı kullanırlar. İslamlıktan sonra bu yazı önemini yitirir.

Türklerin eski kültürü dolayısıyla yazı an’anelerine ne kadar bağlı olduklarını gösteren diğer bir vak’a İslamiyet’in Türkler arasına girmesinden evvel kullandıkları Uygur alfabesinin son devirlere kadar devam etmesidir.

Uygur alfabesinin çok geniş sahada ve çok çeşitli edebiyatta kullanılmakta devam ettiğini görüyoruz. Mesela: Kutadgu Bilig’in elimizdeki en eski nüshasının Arap harfleriyle yazılmış olduğu halde, sonradan Uygur alfabesine basılması, Oğuz Destanı’nın nisbeten bir rivayetinin bu alfabeyle yazılmış olması, Bahtiyarname, Tezkire’tül Evliya, Mahzenü’lEsrâr gibi Ttürkçeye çevrilmiş eserlerin bile Uygur harfleriyle de yazılması, bu alfabenin geniş okuyucu kütlesi bulunduğunu gösteriyor.

Bu alfabe İslamiyetin Karahanlılar Dönemi’nde (X. yy.’ın sonları kabulünden sonra yavaş yavaş önemini yitirerek XV. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. Eski Uygur dilinin bugün konuşulan ve yazı dili olarak kullanılan Uygurcadan oldukça farklı olduğunu da burada belirtmek gerekir.

İslamiyet’le birlikte kullanılmaya başlayan Arap alfabesi XX. yüzyılın başına kadar bu bölgede tek alfabe olarak kullanılmıştır. Yaklaşık X. ve XX. yüzyıllar arasında kullanılan ve Arap alfabesiyle yazılan bu yazı dilini ise yalnızca Uygurların değil, fakat Orta Asya’da yaşayan bütün Türk kökenli halkların ortak yazı dili olarak kabul etmek gerekir.

 Yrd. Doç. Dr. Cevdet ŞANLI

Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Kaynaklar:
♦ von Gabain (çev. M. Akalın), Eski Türkçenin Grameri, TDK. yay., Ank., 1988, XIX+257 s. Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi (III), Enderun Kitabevi, İst. 1984, 3. bsk. XIV+202 s.
♦ Bahaeddin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK. yay. Ank. 1988, 3. bsk. XIV+369 s. Ceval Kaya, Uygurca Altun Yaruk (Giriş, Metin ve Dizin), TDK yay. Ank. 1994, 886 s.
♦ Cevdet Şanlı, Eski Türk Şiiri, (İncelemeMetin İndeks), y. mamış. Dr. tezi, Edirne 1992, XII+520 s.
♦ Sema Barutçu Özönder, Üç İtigsizler, TDK. yay. Ank. 1998, 215 s.; Fuat Bozkurt, Türklerin Dili, Kül. Bak. yay. Ank. 1999, 1. bsk., XIX+841 s.
♦ İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken yay. XIX. bsm., İst. 1999, 421 s.; J. R. Hamilton (çev. Vedat Köken) İyi ve Kötü Prens Öyküsü, TDK. yay. Ank. 1998, XV+323 s.
♦ Grönbech (çev. M. Akalın), Türkçenin Yapısı, TDK yay,. Ank. 1995, 145 s.
♦ Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Dilinde Yapı Bakımından Fiiller, Kül. Bak. yay. 2. bsk. 279 s.
♦ Özkan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), TKAE, yay, Ank. 1987, 149 s.
♦ Reşit Rahmeti Arat (haz. O. F. Sertkaya), Makaleler, TKAE. yay., c. I, Ank. 1987, 1056
♦ Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, TTK. yay. Ank. 1986, 2. bsk., XXIII+506 s.
♦ Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I Metin, TDK. yay. Ank. 1979, 2. bsk. LX+656 s.
♦ Saadettin Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Akçağ yay. Ank., 2. bsk. VIII+143 s.
♦ Şinasi Tekin, Uygurca Metinler II (Mayrtrısimit), Ata. Ün. yay. Ank. 1976, IX+517 s.
♦ Talat Tekin, XI. yüzyıl Türk Şiiri, TDK. yay., Ank. 1989, XI+272 s.
♦ TDAY Belleten 1958, 1959, 1964, 1965, 1968, 198081, 198283, 1991, 1992; Tuncer Gülensoy, Türkçe El Kitabı, Akçağ yay. Ank. 2000, 1. bsk. XVI+634s.
♦ Türk Dilleri Araştırmaları 1992, Ank. 1992, 216 s.
♦ Türk Dilleri Araştırmaları 1993, Simurg yay. c. III, Ank. 1993, 312 s.
♦ Türk Dilleri Araştırmaları 1994, Simurg yay. c. IV, Ank. 1994, 232 s.
♦ Türk Dünyası El Kitabı (II., III. cilt) TKAE. yay. Ank. 1992, 487 s, 769 s.
♦ Bang (çev. T. Aktaş), Köktürkçeden Osmanlıca’ya, TDK yay. Ank. 1996, 79 s.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir